16 Ağustos 2012 Perşembe

SU TESTİSİ SU YOLUNDA....

İslamda bazı konular kesin çizgilerle, üzerinde tartışılmayacak şekilde ayrılmıştır. Örneğin imanın esasları ya da İslamın şartları. Haram ve helal çizgisi.

Bu ayrımı yapan Allah (cc)'ın isimlerinden biri Er Rahmandır. Yani bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden.
Bir diğer ismi El Muksittir. Yani herşeyi yerli yerince yapan.
Bir diğer ismi El Basirdir. Yani herşeyi gören.

Bu üç ismin anlamını bilmek dahi, insanın kötülüklere yanaşmaması için ya da daha avami ifade ile yasak ve yanlış olan şeylerden kendini kurtarması için yeterli gelecektir.

 Zira Allah (cc) birşeyi bize yasakladı ise muhakkak bizim hakkımızda hayır istediği içindir.(Er Rahman)
Allah (cc) bize haram ve helal çizgisini çekti ise bunu boşuna yapmamıştır, muahakkak bir sebebi vardır. (El Muksit)
Allah (cc) istediği şekilde yaşamamamız taktirde karşılığının olacağını söylüyor ise emin olunuz ki herşeyi görüp kayır altına aldığı içindir (El Basir)

Allah(cc)'ın bir diğer ismi ise El Halim'dir. Yani Günahkarlara hemen ceza vermeyen, onlara mühlet tanıyan demektir El Halim.

Bu süre bazen ahirete kalabileceği gibi kimi zamanda - pişman olunmadığı taktirde-  Dünya'da sona erebilir. Aşağıda 22 sene önceki bir gazete küpürü ile bir internet haberini okuyunca bakalım ne hissedeceksiniz?








Yukarıdaki internet haber sitesindeki tarih 10.12.2011.

Aşağıdaki Gazete küpürünün tarihi ise 02.01.1989.

İlk önce 02.01.1989 tarihli gazete küpüründeki konuya bakalım. Üç kardeş oturup içki içiyorlar. Bir müddet sonra içkinin etkisiyle birbirleriyle tartışmaya başlıyorlar. Tartışma esnasında kardeşlerden Sabri DİK kardeşi Şakir DİK'i  kırık bira şişesi ile karnından ve yüzünden yaralıyor ve olayın ardından kaçıyor. Diğer kardeş İsmet DİK'te yaralı olan kardeşini hastaneye getiriyor.Yaralanan şahıs ölmekten kurtuluyor.

22 sene sonra 10.12.2011 tarihli internet haberinde aynı isimli kardeşleri bu sefer acı bir sonla görüyoruz. Gazete küpüründe resmi görülen, yaralı kardeşini hastaneye yetiştiren İsmet DİK'in damatı dehşet saçıyor. Pompalı tüfekle kayınpederinin evini basan damat etrafa rastgele ateş etmesi ile orada iki kişi hayatını kaybediyor. Evet, hayatını kaybedenler 22 sene önce aynı masada içkili iken birbirini bıçaklayan Sabri ve Şakir DİK kardeşler...

Su Testisinin su yolunda kırılmasına daha iyi bir örnek olabilir mi?












11 Ağustos 2012 Cumartesi

AHİRET İNANCI

Sovyetler Birliği Dağıldığı zaman Rusya Federasyonu büyük bir kaos içine girmişti. Yıllarca Sosyalist sistemin değerleri yıkıcı, yokedici eğitim sistemi en büyük meyvesini Sovyet imparatorluğunun enkazı üzerinde kendini gösterdi. Anaokulundan başlayarak ölene dek verilen bu eğitim kişiyi belki sisteme boyun eğen bir köle haline getirmede başarılı olamadı (Sovyetler Birliğinin parçalanması bunun bir göstergesidir) ancak geride kalanların manevi anlamda bomboş hatta çukur birer yaratık olmalarını sağlamıştır.

  1990 lı yılların başında Rusyanın başkenti Moskovada mantar giibi türeyen çapulcu sürüleri, çeteler, suç örgütleri yıkılan sistemin yerini aldı. Öyleki sadece Moskova'da binlerle ifade edilen büyüklü küçüklü acımasız çeteler vardı. İşte o yıllarda Rusya'ya bir iş için giden bir grup Türk'te bu mafya gruplarından birisi ile tanışmak zorunda kalıyor. Çetenin lideri Kızılordu'da görev yapmış eski  bir subay. Aradan belli bir zaman geçince bu çete lideri Türk grupla sohbeti koyulaştırıyor. Yine bir sohbet esnasında koca ülkenin nasıl bu hale geldiğini anlatıyor. Diyor ki "biz komünist eğitim sisteminin ürettiği canavarlarız. Küçüklüğümüzden beridir bize Tanrının olmadığı öldükten sonra hesabın olmadığı anlatıldı. Milyonlarca insan bu şekilde büyüdü. Ancak ben biliyorum ki Tanrı vardır. Bizi Tanrı yarattı. Buna inandığım gibi şuna da inanıyorum ki ÖLDÜKTEN SONRA HESAP YOKTUR.Bende bu inanç olmadığı için rahatca adam öldürebilir, onun tüm malını alabilir ve istediğim kötülüğü yapabilirim. Bu sayede Rusyada adım anıldığında herkes korkar." Tabi Türk grup şaşırmıştır. Çünkü birkişinin Tanrı inancı olması ve buna mükabil ahiret inancının olmaması alışılmış bir durum değildir.

Oysaki tek bir yaratıcı inancı ama buna mukabil ahiret inancının olmaması yada zayıf olması şirk toplumlarının ortak özelliğidir. Hz Adem den bu yana Kur'an'da bahsedilmiş yada bahsedilmemiş tüm şirk toplumları en azından kendilerini yaratan bir tanrının varlığını hep kabul etmişlerdi. Eski Mısır, Eski Hint, Eski Yunan inanç sistemlerinde tapılan putların hiçbiri yaratıcı sıfatını taşımıyordu. Mesela eski Mısır Tanrılarının başı Ra en güçlü Tanrı olarak kabul ediliyordu. Görevi Dünyayı ısıtmak ve Nili kontrol etmekti.. Zaten başında bir güneşle simgelenmişti. Bunun nedeni ise Mısırlıların büyük çoğunluğunun çiftçilikle uğraşması ve dolayısıyla iki şeye çok ihtiyaçlarının olmasıydı. Biri güneş diğeri ise su. Eski Yunanın en büyük tanrısı ise Zeustu. Zeusun görevi diğer tanrıları idare etmek, yağmur yağdırmak ve elindeki şimşekle cezalandırmaktı. Yine yaratıcılık görevi yoktu. Zeusun elinde şimşekle nitelendirilmesi ise çok enteresan bir nedene dayanır. Bugün Ege denizinde hala varlığını sürdüren Thira adasında bulunan yanardağın 3600 yıl önce faaliyete geçmesi ile ortaya çıkan korkunç enerji ve yıkım Yunan yarımadasında dahi hissedilir. Bu olay Yunanlılar üzerinde öyle bir etki bırakır ki bunun bir tanrı tarafından kızgınlıktan dolayı yapıldığını düşünürler ve Zeus düşüncesi ortaya çıkar. (Thira yanardağının patlaması bugünlerde çok konuşulan Marduk gezegeninin yine Dünya yörüngesine çok yakın geçmesiyle gerçekleştiğine dair teoriler mevcuttur) Eski Arap toplumlarında ise en büyük Tanrı olan Hübelin Ticareti düzenlediği, soyu belli olmayanın soyunu belli ettiiği, evlilik gibi konuları düzenlediğine inanılırdı. Dikkat edilirse Arap toplumunda en önemli konular ticaret, soy-sop meselesiydi. Hübelin kesinlikle yaratıcı bir özelliği yoktu.

Zümer suresi 37. ayette Andolsun onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette “Allah!” derler"

Evet tüm müşrik toplumlarının ortak özelliği ismini bilsinler yada bilmesinler kendilerini ve tüm kainatı gözle görülmeyen bir gücün yarattığı idi. Ancak gerek yukarıda saydıklarımız gerekse saymadığımız tüm şirk toplumlarının bir ortak özelliği var. Oda Ahiret inancının olmaması yada çok zayıf olması. Kuranda en çok geçen iman esasları Allah'a ve Ahiret gününe imandır.Eski kavimler ahiret gününe inanmadıkları için her türlü zulüm ve haramı kendilerine helal görmüşlerdir. Öyleki Mekke'ye gelen bir ticaret kervanına yine Mekke'nin önde gelen soylularından biri el koydum diyerek gasp edebiliyor ve bunun doğal bir hakkı olduğunu savunabiliyordu. Çünkü kendi bakış açısıyla inanıyordu ki bunun hesabı ne dünyada ne ahirette sorulacak.

Peki günümüz toplumunda farklımı? Şahsa karşı işlenen suçlar 1995 de 229.513 iken 2006 yılında 785.510a çıkmıştır. 10 yılda neredeyse %200 artış. Özellikle 2005 yılında işlenen suç sayısı bin önceki yıla göre %38 oranında artmıştır. Ama asıl patlama 2006 yılında olmuştur. 2006 yılındaki artış %61. Suç çeşitleri içinde en hızlı artan ise Cinayet, Hırsızlık ve maalesef cinsel taciz ve tecavüz vakaları. Düzce Üniversitesi Tıp fakültesi Psikiyatri bölümünde çalışan bir doktor adayı haftada en az 15 tane çocuk istismarı geldiğini söylemişti. Türkiye sadece içinde yaşadığımız bir örnek. Avrupada, Amerikada ve diğer ülkelerde bu oranlar çok çok daha yüksektir.

10 Ağustos 2012 Cuma

ZAMAN

Zaman...

Her gelen gün kendisinden bir öncekini arattırdığı zaman..
İnsanın bedeni an itibariyle işte, okulda, sokakta, parkta, evde olmasına rağmen ruhu ve zihni 20 sene öncesinin özleminde olduğu zaman...
Her geçen gün beynimizin biraz daha uyuştuğunu -uyuşturulduğunu- anlamamıza rağmen elimizden birşey gelmediği zaman...
Eskilerde büyüklerinle olan şakalaşmaları günümüzde küçüklerinle yapamadığın zaman...
Ve kendini bomboş hissettiğin zaman...
Anlaki Ahir Zamanın En Koyu İkinci Dönemindesin.

Allah (CC) Kur'an'da bir çok yerde zamandan bahsetmiştir.
ASR Suresinde "Asra (Zamana) Andolsun" denilmektedir.
Peki zaman  nasıl bir yaratıktır (yaratılmış nesne - mahluk) ki Allah (CC) onun üzerine yemin etmektedir?
Peki zaman denen bu kavram nasıl birşeydirki içinde bulunan insanın onu düşünmesi bu kadar büyük bunalımlara, girdapa neden olmaktadır.
Mesela 25 sene önce çekilmiş bir dizinin topluma verdiği olumlu ve samimi mesajları günümüzdeki eşdeğer yayınlarda görememek -Acaba iyiden kötüyemi gidiyoruz?- sorusunu insanların aklına getirir. Bu umutsuzluğa, umutsuzluk buhranlara neden olur. Yani, zamanı düşünmek bile bazen insanın ruhi girdabına neden olabilir.

Muhakkak ki zaman denen kavram yaratılmışlar içindir. Allah (cc) için zaman denen kavram kesinlikle yoktur. Ancak zamanın izafiliğine kanıt olabilicek şu  örneğide verebiliriz. Bilim dünyanın 6 milyon günde oluştuğundan bahseder. Ancak Allah (CC) Kur'an'da Dünyanın 6 günde yaratıldığını bize bildirir. Acaba Dünyanın 1 Milyon yılı Ahirette 1 Güne denk olabilir mi?

Zaman acizler içindir. İnsan o kadar acizdir ki su gibi akıp giden bir saniyeyi bile geri çeviremez. Bugün insanlara en çok istediğiniz şey nedir hayatta diye sorsanız ve seçenekler koysanız, seçenekler içinede zamanda yolculuk olsa emin olun insanların yüzde 99'u zamanda yolculuk yapmak ister. Herkesin bir nedeni vardır elbet.  Birkısmı geçmişteki pişmanlıkları için istesede büyük oranla insanoğlu eskiye özlemden dolayı zamanda yolculuk yapmak ister. Birşeylerin kötüye gittiğini düşündüğü için eskiyi özler.

Toplumun ortak bir hafızası vardır. Emin olun sizin dert ettiğiniz bir konuyu internete yazsanız, içinizi dökseniz, yüzlerce belki binlerce insan size aynı dertten muzdarip olduğunu yazacaktır. Çünkü aslında toplum milyonlarca farklı bedene girmiş aynı ruhların oluşturduğu kitledir. Etrafınızdaki insanlara sadece sorun, ailenize sorun, iş arkadaşlarınıza, okul arkadaşlarınıza sorun eski günleri iyi günümüzü kötü olarak betimleyeceklerdir.
Eskiden komşu vardı şimdi yok diyeceklerdir
Eskiden akraba vardı
Eskiden Ramazan vardı
Eskiden sokakta oynayan çocukların sesleri vardı
Eskiden Şeker toplayan çocuklar vardı
Ama şimdi yok, eskiye ait güzel ne varsa şimdi yok diyeceklerdir.

Bunun nedeni, hep kötüye gidiliyormuş gibi görünmesinin nedeni acaba sadece teknolojinin getirdiği rahatlık ve tembellikmi? Gelirin artmasımı? Günahların cezasız kalacağını düşünerek işlenmesimi?
Bunların hepside bir nedendir.

Ancak kimsenin dikkatini çekmeyen bir neden var. İnsanın kendisini zamana uyarlayamaması.

Evet.. Zaman kısalıyor. Yukarıda yazdığım gibi Ahir Zamanın En Koyu İkinci Dönemindeyiz. Zaman gittikçe kısalıyor. Allah Resulu (S.A.V) Efendimizin buyurdu ki: Şu Hadiseler Meydana Gelmedikçe Kıyamet Kopmayacaktır. Zaman kısalacak ve vasıtalarla mesafeler kısalacak.  (Buhari,Fiten:25, Ahmet Bin Hanbel: Müsned) . Bir başka Hadiste: Zaman yakınlaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur buyuruluyor.
Farketmemiz gerekirki beş sene öncesi bize bir sene öncesi gibi gelmektedir. Geçen sene geçen hafta gibi gelmektedir.

Peki bunun bilimsel bir karşılığı varmı?
Evet var. Schumann Rezonası.
Schumann Rezonası Yeryüzü ile İyonosfer arasındaki boşlukta oluşan doğal titreşimlerdir. Dünyanın kalp atışı diye tabir edilen bu titreşimler 1950li yıllarda 7.8 Hertz olarak ölçülüyordu. Bu rakamın sabit kalacağı düşünülerek askeri telsiz frekansları dahi buna göre ayarlanmıştı. Ancak 1980 den itibaren bilinmeyen bir nedenle aniden 11 Hertz in üzerine çıktı bu oran. Bu değişim zamanın hızlanmasına neden oldu. Yani 24 saat, 16 saate hatta daha az miktara kadar indi. Dolayısıyla algıladığımız zaman değişti. Dünyada psikolojik rahatsızlıkların ve panik atak sorunlarının ivme yaptığı dönem iyi araştırılmalıdır. Bu tarihler 1980 li yıllar çıkarsa da hiç şaşırmamak gerekir.

İnsan vucudu oksijenin ve suyun olduğu coğrafyaya göre yaratılmıştır. Hiçbirimiz Marsta yada Ayda yaşayamayız. Ancak sair gezegen yada gökcisimlerinde başka varlıklar yaşayabilir. Belki cinler yada melekler yaşayabilir. Onların yaşamları için gerekli olan fıtri gereksinimleri bilmiyoruz. Ancak İnsanı aya koyarsan oksijen olmamasından dolayı ölür. Suni bir şekilde oksijen sağlasan bu sefer diğer ihtiyaçlarından dolayı yaşamını devam ettiremez. Hepsini dahi sağlasan -ki şuanda uzay mekiklerinde bulunan astronotlar gibi- en fazla 2 sene yaşayabilirsiniz. Rus astronot Sergei Krikaev 747 gün dayanabilmiş, dünyaya döndükten sonra zorlamalı o iki sene psikolojik ve fiziksel bir sorun olarak kendini göstermişti.

Aynı şekilde insan bedeni nasıl ki oksijen ve suya ihtiyaç duyarsa insan ruhuda dengeye ihtiyaç duyar. En önemliside Zaman dengesidir. İnsan bir günde 24 saat dilimine ihtiyacı vardır. Bu dilimin 23 saat yada 25 saat olması dünyanın dengesini ve dolayısıyla insanın dengesini bozar. İşte günümüz insanının başetmekte zorlandığı, pes ettiği zamanlarda intiharları göze aldığı bunalım halleri, içe kapanıklık, sıfır güven hissi zamanın kısalmasıyla alakalı olamaz mı? 60 yıl boyunca günde 8 saat uyumaya alışmış bir insanın bi değişimle günde 7 saat uyutulması ve zorla uyandırılması o insan üzerinde nasıl bir etki yaparsa, zamanın kısalmasıda insanlar üzerinde benzer etkiler yapacaktır.


 Schumann Rezonası günümüzde 12.1e çıktı. Zaman dahada hızlandı. Bu rakam 13 olduğu zaman Null zone (sıfır bölgesi) denilen zamanın biteceği ardından "18.yy ingiliz astronomlarından Edmun Halley" tarafından keşfedilen  foton kuşağına girileceği günümüz postmodern bilim adamları tarafından yineleniyor. Foton kuşağına girilmesiyle zamanın tekrar eskisi gibi 24 saat olacağıda söyleniyor. Yani eski düzenin herşeyiyle (insan ilişkileri, toplum yapısı, doğa - çevre -insan uyumu, hatta ozon tabakası sorunu ve zamanın kısalması sorunu ) geri geleceği, bir aydınlanma çağına girileceğinden bahsediliyor. Tabi bunlar birer teori.

Ancak Hz. Peygamberin müjdelediği bir aydınlanma çağının da olduğu, ve o zamanın günümüze çok yakın olduğunuda unutmamak lazım.



                                  

3 Ağustos 2012 Cuma

TÜRKİYE'NİN GELİRLERİ VE DAĞILIŞINDAKİ ADALETSİZLİK

             

Ülkedeki gelir dağılımındaki uçurum gerçekten hiç bir zaman olmadığı kadar büyük. mesela bir teknik direktörün kızının düğün masrafı bir memurun emekliliğine kadar alacağı maaşların toplamı kadar. Bir şarkıcının yurt dışında eğitim gören oğlunun bir yıllık masrafına 10 tane ev alınıyorsa bu işte ters giden birşey var demektir. Çünkü üretim yapmadan bu kadar büyük paralar kazanmak ve harcamak gelir dağılımındaki adaletsizliğe neden olur. Bu tip şahıslar hiçte az  değil. Ciddi bir miktarda ve gelirden en yüksek payı alanlar arasında. Üretim yapanları ayrı tutuyorum. Ancak üretiminde ne kadar ticari etik dahilinde yapıldığı meçhul. Zira bugün tüketici mahkemeleri lebeleb dolu ise demek üretim sektöründede sıkıntı var demektir. İşsizliğinde temeli bunlardır.

Ticari etikten nasibini alamamış işveren  kalifiye dediğimiz üniversite mezunu adamı sabahtan akşama kadar çalıştırır ama karşılığında  800 tl maaş verir. Aslında bu çalışanına 800TL vermesi demek kendi kazancına 800 tl daha katması anlamına gelir. Eğer bu işveren gerçekten Gayri Safi Milli Hasılaya bir katkıada bulunuyorsa (ticari ahlak dairesinde) onada bir nispet katlanılabilir. Ancak Türkiyedeki üretim gücünü bensize söyleyeyim (Ülkemizdeki ticari ahlakın ne boyutta olduğunu varın siz düşünün): "6.00 şiddetinde depreme dayanmayan inşaat sektörü", "hersene bir üst modeli çıkan ve ekonomik ömrü 4 sene olan beyaz eşya üretimi", "artık çin mallarından sonra ülkeye bir faydası dokunmayan tekstil üretimi", ve "gıda üretimi" (türkiyedeki gıda üretiminde ne derece mide bulandırıcı şeyler olduüğu daha yeni yeni ortaya çıkıyor. büyükbaşlara daha dokunmadılar bile) . Bunları yapanlar ticari zekalarını kullanmışlardır ve bu işlerden korkunç servetler kazanmışlardır. İşte bu durumda çalışanına eğer 3000 TL verirse gelir dağılımında bir adalet olacağı için bu işine gelmez. Diğer üretici ve sanayicilerle anlaşır (bir nevi kartel oluşturur) ve 800 TL maaşla ölene kadar çalıştırır. Geri kalan 2200 tlde onun kasasına girer. Öbür yandan 4 büyüklerden X takımına yıllık bilmemkaç milyon dolara transfer olan, o kadar parayı bir arada görüncede sapıtan futbolcuyada kızını verir. E soruyorum bu durumda ne olur? Para yine içeride kalır. Zenginlerin arasında dolaşır servet. Biri hiç bir üretim yapmadan işi gücü top peşinde koşmaktan ibaret olan bir futbolcu diğeride ticari ahlaksızlığı ile servet kazanmış bir sanayici.

Dünyada olabilecek en sapkın gelir dağılımı şekli soldaki şekildir. Çünkü soldaki şekil çok az sayıdaki zenginin tepeye kurulmasına karşılık bitme noktasındaki orta sınıf ve neredeyse ülke nufusunun %90'ını kaplayan fakir kesimden oluşur. En son varılacak ve en berbat toplum yapısı budur.(Güney Afrika vb.)

Bu evlilik türlerini bir çok zengin aile arasında görebilirsiniz. Yıllardır Servetin zenginliğin belli bir kesimin arasında dolaşması bu sayede olmuştur.

Unutmamak gerek ki Anadoludan çıkan sermayelerin ve müteşebbislerin nasıl yok edildiği hala bilinmektedir.

2 Ağustos 2012 Perşembe

MERHABA


                                         Kadim bilgelerin nihani bilgileri