Bir önceki yazımda da anlatmaya çalıştığım, Başbakanın tarihin tekerrürden ibaret olduğuna inanmaması bu sonuçlara neden oldu. Evet tarih tekerrürden ibarettir.
Dünyanın küresel güçlerine kafa tutarsanız, üstüne üstlük ACEM labirentine düşerseniz, Tahranda sıcak yataklarında ellerinde kumanda ile sırıtarak Türkiye'yi izleyenlere inanılmaz hazlar yaşatırsınız. Sadece Tahran mı? Tabi ki hayır. Bugün Telaviv hattı da aynı hazzı yaşıyor. Çünkü şunu unutmamak lazım ki Tahran demek Telaviv demektir.
Aman FARİSİYE dikkat!! telkinini dinlemeyeceksin, üstüne üstlük bunu diyenleri yok etmek için plan üstüne plan yapacaksın. Bu kişileri Norveç'in o soğuk şehrinin, sıcak lobilerinde katillere peşkeş çekeceksin. İktidarın için tehdit görüp kaynaklarını kurutmaya çalışacaksın. Peki sormazlar mı adama, 100 küsur yıldır Bediüüzzaman Hzleri ile devam eden bu harekete kim kılıcını çekmişse Allah o kılıçları çekene doğrultmamış mıdır.
Özellikle kılıç çekenler İslami doğrultuda ya da İslam'a azda olsa hizmetleri geçmiş kişilerse onlar daha büyük tokatlar yemişlerdir. Sadece iki örnek verebiliriz bu konu için. 2.Abdulhamit Han Hzleri ile Adnan MENDERES 'tir. İkisi de iktidarlarında bu hareketin ve Risale-i Nurların kıymetini anlayamamış fevri hareket etmişlerdir. Birisi tahttan hal edilmiş ve işgalinden hemen öncesine kadar Selanik'te hapis yaşamıştır. Diğeri ise bildiğiniz gibi Maalesef asılmıştır. Hem de kudurmuş zalimler tarafından.
Mayıs - Haziran hattında Gezi parkında toplanan o güruh bana Abdülhamit'e hakaret eden ve Menderese işkence yapan o zalimleri hatırlattı. Allah aklını kullanmayan ve İslam'a en büyük hizmeti edenlere düşmanlık yapanlara kendi düşmanlarını musallat eder.
Bu böyle biline.
KülTeRİ
25 Aralık 2013 Çarşamba
8 Kasım 2013 Cuma
DÜĞMEYE BASMAK
Uzun zamandır yazı yazamadım. Gezi parkı olaylarının fitilini bir kitap mı yaktı? başlıklı yazımı ciddiyetsiz bulanların tepkilerine bakarak uzun bir düşünme dönemi oldu bu 5 ay. Tepkilere bakarak belki de bir daha düşünmek gerektiğini söyleyebilirim. Evet bir olayın hiç bir zaman tek bir nedeni yoktur. Magna Cartadan Fransız devrimine, Amerikan iç savaşından Ekim devrimine oradan turuncu kadife devrimlere kadar hepsi belli haklı nedenler neticesinde ortaya çıkmıştır. Mesela Çarlık dönemindeki Rus halkı en az aynı dönem Almanları kadar hayatlarından memnun olsalardı Sovyetler Birliği diye bir devleti belki de tanımayacaktık veya Alman İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşından galip çıksaydı Nazi iktidarını veya Hitler psikopatlığını bilemeyecektik.
Dolayısıyla her ülke ve milletin yumuşak bir karnı vardır. Her ülkenin muhakkak kaşınmaya müsait bir yanı bulunmaktadır. Hele ki Türkiye gibi içinde Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin Sünnilerin, İslamcıların ve Kemalistlerin ciddi bir çoğunluk şeklinde yaşadığı bir ülkede her an her şey olabilir. Mesela Başbakan kürtaj, sezaryen veya içki yasağı ile ilgili açıklama yapar ve kanuni düzenlemeye giderse Türkiye'de ki Muhafazakarlar memnun olur. Ama öbür yandan Laik ve Seküler kesim nefretle dolar. Kürtlere yönelik açılım paketleri getirirse Kürtler memnun olur ancak öbür yandan Milliyetçi kesim bundan ciddi rahatsızlık duyar. İşte size kaşınacak iki adet konu. Peki madem kaşınacak konular var kaşıyanlar kimler ve hangi durumlarda kaşıyorlar? Klasik bir tabirle ne zamanlar düğmeye basıyorlar?
İşte bir önceki yazımda kısaca bunu açıklamaya çalıştım aslında. İMF ile borcu bitirmiş, ciddi ve büyük projeler yapan, NATO dan uzaklaşmak isteyen ve en önemlisi artık tehlike arzeden bir Türkiye veya AKP hükümetinin iş başından uzaklaştırılması 3 veya 4 sene önce kararı alınmış bir konu iken dünyada çığır açacak bir kitabın başbakanın eline geçmesi belki de düğmeye basılmasına neden olmuş olabilir. Pek tabi ki düğmeye basmak içinde kıvılcımların olması, çeşitli grupların organize edilmesi ve yine başbakan ve bazı hükümet üyelerinin eli sopalı açıklamalar yapması gerekmekteydi.
Peki neden Başbakan devamlı aynı hataya düşüyor? Daha önce Fransa Kralı 16. Louis veya Rus çarı 2. Nikolay'ın yaptığı hataları neden tekrarlıyor? Tabi kesin olarak bilemeyiz ancak sanırım iktidar olgusu kendi sahiplerine bu özelliğini karakter haline getiriyor olabilir. Özellikle 11 senedir başbakan olan ve her seçimde oyunu arttıran Erdoğan'ın iktidar duygusunu iyice içselleştirmesi gayet normal. O koltukta kim olsa aynı veya daha beterde olabilirdi. En son kız erkek aynı evde kalma polemiği de yine başbakanın son zamanlarda yapmış olduğu eli sopalı açıklamalarına benziyor. Enteresandır bir başbakan böyle bir konuyu belki bakanları ile bile yüz yüze konuşma zahmetine girmez diye düşünürken onlarca kameranın karşınsa davul zurna çalarak duyurması sanki Türkiye'nin artık farklı gündemlere akacağını gösteriyor gibiydi.
Türkiye'nin gelecekte akabileceği gündemleri de bir sonraki yazıda değinelim.
Dolayısıyla her ülke ve milletin yumuşak bir karnı vardır. Her ülkenin muhakkak kaşınmaya müsait bir yanı bulunmaktadır. Hele ki Türkiye gibi içinde Türklerin, Kürtlerin, Alevilerin Sünnilerin, İslamcıların ve Kemalistlerin ciddi bir çoğunluk şeklinde yaşadığı bir ülkede her an her şey olabilir. Mesela Başbakan kürtaj, sezaryen veya içki yasağı ile ilgili açıklama yapar ve kanuni düzenlemeye giderse Türkiye'de ki Muhafazakarlar memnun olur. Ama öbür yandan Laik ve Seküler kesim nefretle dolar. Kürtlere yönelik açılım paketleri getirirse Kürtler memnun olur ancak öbür yandan Milliyetçi kesim bundan ciddi rahatsızlık duyar. İşte size kaşınacak iki adet konu. Peki madem kaşınacak konular var kaşıyanlar kimler ve hangi durumlarda kaşıyorlar? Klasik bir tabirle ne zamanlar düğmeye basıyorlar?
İşte bir önceki yazımda kısaca bunu açıklamaya çalıştım aslında. İMF ile borcu bitirmiş, ciddi ve büyük projeler yapan, NATO dan uzaklaşmak isteyen ve en önemlisi artık tehlike arzeden bir Türkiye veya AKP hükümetinin iş başından uzaklaştırılması 3 veya 4 sene önce kararı alınmış bir konu iken dünyada çığır açacak bir kitabın başbakanın eline geçmesi belki de düğmeye basılmasına neden olmuş olabilir. Pek tabi ki düğmeye basmak içinde kıvılcımların olması, çeşitli grupların organize edilmesi ve yine başbakan ve bazı hükümet üyelerinin eli sopalı açıklamalar yapması gerekmekteydi.
Peki neden Başbakan devamlı aynı hataya düşüyor? Daha önce Fransa Kralı 16. Louis veya Rus çarı 2. Nikolay'ın yaptığı hataları neden tekrarlıyor? Tabi kesin olarak bilemeyiz ancak sanırım iktidar olgusu kendi sahiplerine bu özelliğini karakter haline getiriyor olabilir. Özellikle 11 senedir başbakan olan ve her seçimde oyunu arttıran Erdoğan'ın iktidar duygusunu iyice içselleştirmesi gayet normal. O koltukta kim olsa aynı veya daha beterde olabilirdi. En son kız erkek aynı evde kalma polemiği de yine başbakanın son zamanlarda yapmış olduğu eli sopalı açıklamalarına benziyor. Enteresandır bir başbakan böyle bir konuyu belki bakanları ile bile yüz yüze konuşma zahmetine girmez diye düşünürken onlarca kameranın karşınsa davul zurna çalarak duyurması sanki Türkiye'nin artık farklı gündemlere akacağını gösteriyor gibiydi.
Türkiye'nin gelecekte akabileceği gündemleri de bir sonraki yazıda değinelim.
Etiketler:
AKP,
Apart,
Ekim Devrimi,
Erdoğan,
Fransız Devrimi,
İMF,
Louis,
Magna Carta,
nikolay
6 Haziran 2013 Perşembe
İHSAN ELİAÇIK KİMDİR?
İslami kesimin uzun zamandır tanıdığı, enteresan bir İslam anlayışı ile arkasına taktığı gençlere Bakuninci anarşizmi öğreten bir ilahiyatcı!! Recep İhsan ELİAÇIK.
12 Eylül öncesinde Akıncılar isimli MSP'ye yakın ancak İran devrim hareketini örnek edinmiş grubun içinde yer alan İhsan ELİAÇIK, 1990lı yıllardan itibaren yolunu değiştirmiş, sosyalist ve anarşist hareketlere karşı evelden beridir duyduğu ilgi ve sempatinin sonucu olarak Devrimci İslam veya AntiKapitalist İslamcılar isimli bir harekete öncülük etmiştir. Savunduğu Devrimci daha doğrusu Sosyalist İslamın ne olduğu veya Kuran ve Sünnet ile ne kadar bağdaştığını anlatacak değilim. Bunu bazı İslam alimleri gerekli bir şekilde zaten cevaplamışlardır. Ben burada Recep İhsan ELİAÇIK'ın aslında nereden nereye geldiğini gösteren bazı gazete küpürleri ve resimleri payylaşmak istiyorum.
Recep İhsan ELİAÇIK 12 Eylül öncesinde Kayseri'de İncesu İmam Hatip Lisesinde okurken Akıncılar isimli gruba katılmış ve İran İslam devrimi eksenli bir İslami harekette rol almıştı. O dönemin önemli Akıncıları aynı Markist veya Ülkücü gruplara olduğu gibi kendi aralarına da gladyonun sızdığını özellikle bu kişilerin Akıncılar hareketini silahlı mücadele yapmaya zorladığını, hatta bazı Akıncı kamplarında ki silahlı eğitimlerin bu kişiler tarafından verildiğini söylemiştir. 24.08.1980 tarihli Milliyet gazetesi küpüründe Kayseride basılan Akıncılara ait bir kamptaki isimler ve ele geçirilen silahlar belirtilmiş: (BÜYÜTMEK İÇİN RESİMLERİN ÜZERİNE TIKLAYINIZ)
"Kamp yerinde 11 adet 7,65 çapında tabanca, 14 dinamit lokumu, 2 av tüfeği ele geçirildi." yazan haberde yakalanan isimlere baktığımızda hiçte yabancı gelmeyen biri var : İncesu İmam Hatip Lisesinden İhsan ELİAÇIK.
Bu gazete küpüründe geçmeyen bazı şeylerde var elbet. Mesela jandarma bu kampa baskını yaptığında tarihler 23.08.1980 gününü gösteriyordu. Baskın esnasında kısa bir çatışma çıktı ve o çatışmada Kamil DAĞASLAN isimli 17 yaşında bir genç hayatını kaybetti. Osman Yapar, Türkay Gürlek ve Sami Öztürk yaralandı. Peki bu bilgiler nereden derseniz, şu sıralar İhsan ELİAÇIK'la yanyana yürüyen Soner YALÇIN'ın 02.09.2007 tarihli Hürriyetteki köşesinden tabiki. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7203252
Ancak bu makalede garip birşey daha var. Makalede o gün kampta bulunan herkesin ismi varken ve bu isimlerin şu an nerelerde neler yapıyor olduğu yazıyorken Recep İhsan ELİAÇIK yok, yazmıyor. Soner YALÇIN acaba İhsan ELİAÇIK'ı görmedi mi? Dikkatini mi çekmedi? Pek sanmıyorum zira bu yazının yazıldığı 2007 yılına kadar İhsan ELİAÇIK'ın 14 kitabı basılmış ve o sene "Nuzül sırasına göre Yaşayan Kur’an; Türkçe Meal-Tefsir" isimli eseri yayımlanmıştı. Soner YALÇIN gibi araştırmacı bir gazeteci bu tip şeyleri atlamaz. Üstelik bu isimler içinde en medyatik olanı yine İhsan ELİAÇIK. Ayrıca haberinde ki bilgilerden bazı kısımlar o zamanki gazete küpürlerinde yok. Acaba o gün orda yaşananları Soner YALÇIN'a bizzat orada olan birisi mi fısıldadı? Bilemiyoruz
Peki Soner YALÇIN durup dururken 2007 yılında neden böyle bir yazı kaleme aldı. Pek tabiki asıl hedef yazının başında saklıydı :"Laik çevrelerin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi, bir dönem Milli Görüş "gömleği" giymiş siyasilerin "gizli maksatlar" peşinde oldukları şeklindeki şüpheleri sürüyor." Bu yazı bir Kayserili olan ve büyük engellemelere rağmen Cumhurbaşkanı olan Abdullah GÜL'e karşı yazılmıştı. Acaba bu kampla Abdullah GÜL'ün ya da bir yakınının bir alakası var mı sorusunu okuyucuların zihnine kazımak için yazılmış bir kara propaganda yazısıydı.
Tabi bunu bilemeyiz ama bildiğimiz birşey var ki bir zamanların Akıncı kamplarında eğitim gören İhsan ELİAÇIK'ı günümüzün en farklı sosyalist İslamcısı olma yolunda. Ayrıca 1400 seneden beridir süregelen Ehl-i sünnet akaidinin köküne zehir dökecek kadar. Mesela 2012 Ocak ayında katıldığı bir TV programında bir çok inciler dökmüş ancak şu incisi gerçekten çok enteresanmış:"
İhsan Eliaçık "Hz. Muhammed'in miraca çıkmasının ruhani bir olay olduğunu, bedeninin hiçbir yere yükselmediğini" söyledi.
"Miraç ruhani vizyondur diyen Eliaçık, aksini söylemenin Allah'a yön tayin etmek olacağını savundu" http://www.haber3.com/mirac-huri-yoktur-hz-muhammed-ummi-degildir-haberi-1142179h.htm
Bırakalım Miraç kandilini, Mirac olayını bile Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği şekliyle kabul etmeyen İhsan ELİAÇIK Gezi parkı eylemlerinde Miraç kandili özel programı yaptı. Üstelik Twitter da kendisine bu çelişkisini soran bir genç kızada tahammülsüzlük gösterip fena terslemiş:
Bu alim!!! belli ki kendisini takip eden bir genç kıza cevap veremiyor ve "UZATMA BENCE" diyerek kestirip atıyor.. Doğru bildiğini sandığı şeylere bile riayet etmeyen bir alim!!!
Enteresandır İslami düşünce ve teamüllere karşı tutumu herkesin malumu olan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa AKAYDIN'ın sponsorluğunda olayların birinci günü Antalya'da bir konuşma yapmış kendileri:
Eskinin eğitim almış koyu Akıncısı İhsan ELİAÇIK sadece Laik Ulusalcılarla değil aynı zamanda BDP ile de flörtleşiyor. BDP siyaset akademisinde "Kürt sorununda Demokratik Çözüm Arayışı" konulu programda konuşmacı olan İhsan ELİAÇIK sadece Müslümanların yanında değil. Artık olmasıda beklenemez.
Kısaca kim olduğunu anlatmaya çalıştığımız Recep İhsan ELİAÇIK konusunu burada kapatırken Araf suresi 175 - 176. ayetlerinde bahsedilen Belam-ı Baura'yı kısaca anlatmak istiyorum. "Habibim! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler. " (A'raf, 7/175-176)
Belam kimdi peki? Belam İbn-i Baura Hz Musa zamanında yaşamış İsm-i azamı bilen ve duası kabul edilen bir alimiydi. Putperest Kenanlılar ona gelip Hz Musanın helak olması için dua etmesini istediler. Belam Hz Musa'nın Allah'ın peygamberi olduğunu bildiği için dua etmek istemedi. Belama daha çok ısrar edip kadın, altınlar ve dünyalık verdiler. Oda eşeği ile İsrailoğullarına beddua etmek için bir tepeye çıktı. Ancak dudaklarından Kenan kavmine beddua ve İsrailoğullarına ise dua döküldü. Bunun üzerine kavmi "neden bize beddua onlara dua ediyorsun" diyince "ben bunu istemsiz birşekilde yapıyorum Allah dilime hakim oldu" dedi. Bunun üzerine dili ağzından çıkarak göğsü üzerine sarktı. Sonra kavmine: Dünya ve âhiret benim elimden gitti, artık hileye başvurmaktan başka çare yoktur..." dedi. Kur'an köpek sıfatlı kişilere belam ismini layık görmüştür.
Unutmayalım ki Belamlar insanlık tarihi boyunca günümüzde de varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
12 Eylül öncesinde Akıncılar isimli MSP'ye yakın ancak İran devrim hareketini örnek edinmiş grubun içinde yer alan İhsan ELİAÇIK, 1990lı yıllardan itibaren yolunu değiştirmiş, sosyalist ve anarşist hareketlere karşı evelden beridir duyduğu ilgi ve sempatinin sonucu olarak Devrimci İslam veya AntiKapitalist İslamcılar isimli bir harekete öncülük etmiştir. Savunduğu Devrimci daha doğrusu Sosyalist İslamın ne olduğu veya Kuran ve Sünnet ile ne kadar bağdaştığını anlatacak değilim. Bunu bazı İslam alimleri gerekli bir şekilde zaten cevaplamışlardır. Ben burada Recep İhsan ELİAÇIK'ın aslında nereden nereye geldiğini gösteren bazı gazete küpürleri ve resimleri payylaşmak istiyorum.
Recep İhsan ELİAÇIK 12 Eylül öncesinde Kayseri'de İncesu İmam Hatip Lisesinde okurken Akıncılar isimli gruba katılmış ve İran İslam devrimi eksenli bir İslami harekette rol almıştı. O dönemin önemli Akıncıları aynı Markist veya Ülkücü gruplara olduğu gibi kendi aralarına da gladyonun sızdığını özellikle bu kişilerin Akıncılar hareketini silahlı mücadele yapmaya zorladığını, hatta bazı Akıncı kamplarında ki silahlı eğitimlerin bu kişiler tarafından verildiğini söylemiştir. 24.08.1980 tarihli Milliyet gazetesi küpüründe Kayseride basılan Akıncılara ait bir kamptaki isimler ve ele geçirilen silahlar belirtilmiş: (BÜYÜTMEK İÇİN RESİMLERİN ÜZERİNE TIKLAYINIZ)
"Kamp yerinde 11 adet 7,65 çapında tabanca, 14 dinamit lokumu, 2 av tüfeği ele geçirildi." yazan haberde yakalanan isimlere baktığımızda hiçte yabancı gelmeyen biri var : İncesu İmam Hatip Lisesinden İhsan ELİAÇIK.
Bu gazete küpüründe geçmeyen bazı şeylerde var elbet. Mesela jandarma bu kampa baskını yaptığında tarihler 23.08.1980 gününü gösteriyordu. Baskın esnasında kısa bir çatışma çıktı ve o çatışmada Kamil DAĞASLAN isimli 17 yaşında bir genç hayatını kaybetti. Osman Yapar, Türkay Gürlek ve Sami Öztürk yaralandı. Peki bu bilgiler nereden derseniz, şu sıralar İhsan ELİAÇIK'la yanyana yürüyen Soner YALÇIN'ın 02.09.2007 tarihli Hürriyetteki köşesinden tabiki. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=7203252
Ancak bu makalede garip birşey daha var. Makalede o gün kampta bulunan herkesin ismi varken ve bu isimlerin şu an nerelerde neler yapıyor olduğu yazıyorken Recep İhsan ELİAÇIK yok, yazmıyor. Soner YALÇIN acaba İhsan ELİAÇIK'ı görmedi mi? Dikkatini mi çekmedi? Pek sanmıyorum zira bu yazının yazıldığı 2007 yılına kadar İhsan ELİAÇIK'ın 14 kitabı basılmış ve o sene "Nuzül sırasına göre Yaşayan Kur’an; Türkçe Meal-Tefsir" isimli eseri yayımlanmıştı. Soner YALÇIN gibi araştırmacı bir gazeteci bu tip şeyleri atlamaz. Üstelik bu isimler içinde en medyatik olanı yine İhsan ELİAÇIK. Ayrıca haberinde ki bilgilerden bazı kısımlar o zamanki gazete küpürlerinde yok. Acaba o gün orda yaşananları Soner YALÇIN'a bizzat orada olan birisi mi fısıldadı? Bilemiyoruz
Peki Soner YALÇIN durup dururken 2007 yılında neden böyle bir yazı kaleme aldı. Pek tabiki asıl hedef yazının başında saklıydı :"Laik çevrelerin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi, bir dönem Milli Görüş "gömleği" giymiş siyasilerin "gizli maksatlar" peşinde oldukları şeklindeki şüpheleri sürüyor." Bu yazı bir Kayserili olan ve büyük engellemelere rağmen Cumhurbaşkanı olan Abdullah GÜL'e karşı yazılmıştı. Acaba bu kampla Abdullah GÜL'ün ya da bir yakınının bir alakası var mı sorusunu okuyucuların zihnine kazımak için yazılmış bir kara propaganda yazısıydı.
Tabi bunu bilemeyiz ama bildiğimiz birşey var ki bir zamanların Akıncı kamplarında eğitim gören İhsan ELİAÇIK'ı günümüzün en farklı sosyalist İslamcısı olma yolunda. Ayrıca 1400 seneden beridir süregelen Ehl-i sünnet akaidinin köküne zehir dökecek kadar. Mesela 2012 Ocak ayında katıldığı bir TV programında bir çok inciler dökmüş ancak şu incisi gerçekten çok enteresanmış:"
İhsan Eliaçık "Hz. Muhammed'in miraca çıkmasının ruhani bir olay olduğunu, bedeninin hiçbir yere yükselmediğini" söyledi.
"Miraç ruhani vizyondur diyen Eliaçık, aksini söylemenin Allah'a yön tayin etmek olacağını savundu" http://www.haber3.com/mirac-huri-yoktur-hz-muhammed-ummi-degildir-haberi-1142179h.htm
Bırakalım Miraç kandilini, Mirac olayını bile Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği şekliyle kabul etmeyen İhsan ELİAÇIK Gezi parkı eylemlerinde Miraç kandili özel programı yaptı. Üstelik Twitter da kendisine bu çelişkisini soran bir genç kızada tahammülsüzlük gösterip fena terslemiş:
Bu alim!!! belli ki kendisini takip eden bir genç kıza cevap veremiyor ve "UZATMA BENCE" diyerek kestirip atıyor.. Doğru bildiğini sandığı şeylere bile riayet etmeyen bir alim!!!
Enteresandır İslami düşünce ve teamüllere karşı tutumu herkesin malumu olan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa AKAYDIN'ın sponsorluğunda olayların birinci günü Antalya'da bir konuşma yapmış kendileri:
Eskinin eğitim almış koyu Akıncısı İhsan ELİAÇIK sadece Laik Ulusalcılarla değil aynı zamanda BDP ile de flörtleşiyor. BDP siyaset akademisinde "Kürt sorununda Demokratik Çözüm Arayışı" konulu programda konuşmacı olan İhsan ELİAÇIK sadece Müslümanların yanında değil. Artık olmasıda beklenemez.
Kısaca kim olduğunu anlatmaya çalıştığımız Recep İhsan ELİAÇIK konusunu burada kapatırken Araf suresi 175 - 176. ayetlerinde bahsedilen Belam-ı Baura'yı kısaca anlatmak istiyorum. "Habibim! Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz âyetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını anlat. Dileseydik, onu âyetlerimizle üstün kılardık; fakat o, dünyaya meyletti ve hevesine uydu. Durumu, üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da, dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalan sayan kimselerin hâli böyledir. Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler. " (A'raf, 7/175-176)
Belam kimdi peki? Belam İbn-i Baura Hz Musa zamanında yaşamış İsm-i azamı bilen ve duası kabul edilen bir alimiydi. Putperest Kenanlılar ona gelip Hz Musanın helak olması için dua etmesini istediler. Belam Hz Musa'nın Allah'ın peygamberi olduğunu bildiği için dua etmek istemedi. Belama daha çok ısrar edip kadın, altınlar ve dünyalık verdiler. Oda eşeği ile İsrailoğullarına beddua etmek için bir tepeye çıktı. Ancak dudaklarından Kenan kavmine beddua ve İsrailoğullarına ise dua döküldü. Bunun üzerine kavmi "neden bize beddua onlara dua ediyorsun" diyince "ben bunu istemsiz birşekilde yapıyorum Allah dilime hakim oldu" dedi. Bunun üzerine dili ağzından çıkarak göğsü üzerine sarktı. Sonra kavmine: Dünya ve âhiret benim elimden gitti, artık hileye başvurmaktan başka çare yoktur..." dedi. Kur'an köpek sıfatlı kişilere belam ismini layık görmüştür.
Unutmayalım ki Belamlar insanlık tarihi boyunca günümüzde de varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir.
22 Nisan 2013 Pazartesi
1 MAYIS TARİHİNE KADAR DİKKAT!!! - 2
Dünkü yazıyı yayınladıktan sonra bugünkü medya taramalarında gerçekten de çok da haksız olmadığımı anladım. Özellikle bugünkü Hürriyetin internet sitesinde ki şu haber çok dikkatimi çekti:
HAARP teknolojisi ile ilgili bir çok yayın yapıldı. Bu konu da çok konuşuldu ve çok tartışıldı. Özellikle Aydoğan VATANDAŞ'ın Haarp / Kıyamet Teknolojisi isimli eseri gerçekten de doyurucu bilgiler içeriyor. Buna rağmen A.B.D'nin elinde Dünyanın her hangi bir yerinde deprem oluşturacak bu teknolojinin olup olmadığı halen ispatlanmadı. Yine de bilimsel olarak fay hatlarını radyo frekans dalgaları ile etkileyip depremler oluşturmak imkansız değil. Zira Nikola Tesla'nın 120 sene önce keşfettiği radyo dalgaları ile birçok şey artık yerinden kıpırdamaksızın yapılabilmektedir. Dünkü yazıda da belirttiğimiz gibi Nisan ve Mayıs aylarında dünyada deprem yada benzer afetler ile birlikte, terörist saldırılar yada cinnet geçirmiş birilerinin etrafı taraması gibi şeyler olabilir. Yukarıda ki haberde de gördüğümüz gibi 8 gün içinde 6 farklı yerde gerçektende ciddi büyüklükte depremler oldu. İşin enteresan yanı deprem olan ülkeler dünyanın dört bir yanında olmasına rağmen ortak özellikleri Amerikan Jeolojik Araştırmalar Merkezinin hepsine dair söyleyeceği birşeyler olması..
Yukarıda bahsettiğimiz gibi 20.yy soykırımlarını aratmayan Myanmar'da ki Müslümanlara yapılan katliamlar hala devam ediyor. Üstelik devletin güvenlik güçlerinin gözleri önünde. Özellikle Nisan ayı itibari ile çok şiddetlendi bu katliamlar. Özellikle dün olan ve bugün haber sitelerine geçen aşağıdaki katliam en korkunçlarından birisi:
Aralarında Budist rahiplerinde olduğu kalabalıklar Müslümanların evlerini dükkanlarını yakarak ilerliyorlar ve kimse buna dur demiyor. Sanki birileri aynı Bosna Hersek'te ki gibi özellikle bir müddet kan dökülmesini istiyor. Sanki bir Kurban ritüeli gibi...
Bu haber ise A.B.D'den. Haber ajansları Seattle'da cinnet geçiren bir kişinin beş kişiyi öldürdükten sonra polisle girdiği çatışma sonucu hayatını kaybettiğini bildirdi.
Dünyanın dört bir yanında doğal afetler, sistematik soykırım, terörist eylemler ve cinnet geçiren kişilerin yaptıkları katliamlar özellikle yoğunlaşmışken bu veya buna benzer olayların ülkemizde olmayacağını kimse garanti edemez. Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi bu süreç özellikle takip edilmelidir. Tedbirler alınmalı ve herkes gözlerini dört açmalıdır.
HAARP teknolojisi ile ilgili bir çok yayın yapıldı. Bu konu da çok konuşuldu ve çok tartışıldı. Özellikle Aydoğan VATANDAŞ'ın Haarp / Kıyamet Teknolojisi isimli eseri gerçekten de doyurucu bilgiler içeriyor. Buna rağmen A.B.D'nin elinde Dünyanın her hangi bir yerinde deprem oluşturacak bu teknolojinin olup olmadığı halen ispatlanmadı. Yine de bilimsel olarak fay hatlarını radyo frekans dalgaları ile etkileyip depremler oluşturmak imkansız değil. Zira Nikola Tesla'nın 120 sene önce keşfettiği radyo dalgaları ile birçok şey artık yerinden kıpırdamaksızın yapılabilmektedir. Dünkü yazıda da belirttiğimiz gibi Nisan ve Mayıs aylarında dünyada deprem yada benzer afetler ile birlikte, terörist saldırılar yada cinnet geçirmiş birilerinin etrafı taraması gibi şeyler olabilir. Yukarıda ki haberde de gördüğümüz gibi 8 gün içinde 6 farklı yerde gerçektende ciddi büyüklükte depremler oldu. İşin enteresan yanı deprem olan ülkeler dünyanın dört bir yanında olmasına rağmen ortak özellikleri Amerikan Jeolojik Araştırmalar Merkezinin hepsine dair söyleyeceği birşeyler olması..
Yukarıda bahsettiğimiz gibi 20.yy soykırımlarını aratmayan Myanmar'da ki Müslümanlara yapılan katliamlar hala devam ediyor. Üstelik devletin güvenlik güçlerinin gözleri önünde. Özellikle Nisan ayı itibari ile çok şiddetlendi bu katliamlar. Özellikle dün olan ve bugün haber sitelerine geçen aşağıdaki katliam en korkunçlarından birisi:
Aralarında Budist rahiplerinde olduğu kalabalıklar Müslümanların evlerini dükkanlarını yakarak ilerliyorlar ve kimse buna dur demiyor. Sanki birileri aynı Bosna Hersek'te ki gibi özellikle bir müddet kan dökülmesini istiyor. Sanki bir Kurban ritüeli gibi...
Bu haber ise A.B.D'den. Haber ajansları Seattle'da cinnet geçiren bir kişinin beş kişiyi öldürdükten sonra polisle girdiği çatışma sonucu hayatını kaybettiğini bildirdi.
Dünyanın dört bir yanında doğal afetler, sistematik soykırım, terörist eylemler ve cinnet geçiren kişilerin yaptıkları katliamlar özellikle yoğunlaşmışken bu veya buna benzer olayların ülkemizde olmayacağını kimse garanti edemez. Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi bu süreç özellikle takip edilmelidir. Tedbirler alınmalı ve herkes gözlerini dört açmalıdır.
Etiketler:
Depremler,
doğal afetler,
Haarp,
Myanmar,
Nikola tesla,
Seattle,
soykırım
21 Nisan 2013 Pazar
1 MAYIS TARİHİNE KADAR DİKKAT!!!
En başta şunu söylemem gerekir ki bu yazıyı apar topar yazıyorum.
Bugün tarihlerden 21.04.2013 Pazar Saat 22.00.
Geçtiğimiz hafta 15.04.2013 Pazartesi günü A.B.D Bastonda maraton koşusu esnasında büyük bir patlama oldu. Patlamanın kamera kayıtlarını tüm dünya izledi. Gerçekten çok güçlü bir patlamaydı ve üç kişi maalesef hayatını kaybetti. Patlamanın bir bombadan olduğu söylenildi ve iki Müslüman çeçenin görüntüleri medyaya verildi.
Tarih 16.04.2013 İran'ın Kaş kentinde 7,8 şiddetinde bir deprem meydana geldi. 80 kişi öldü, 850 kişi yaralandı.
Tarih 20.04.2013. Çin'in Sıçuan eyaletine bağlı Yaan kentinde 7.0 büyüklüğünde deprem oldu. 156 kişi yaşamını yitirdi. 1500 yaralı var.
Tarih 21.04.2013. A.B.D. dışişleri bakanı John Kerry iki ay içinde üçüncü Türkiye gezisini yaptı. Suriye Halkının Dostları toplantısına katılan Kerry'nin başbakanla görüşmemesi ilginç bir durum oluşturdu.
Son bir haftadır gerçekten enteresan şeyler oluyor. Bunları bir araya getirmek komplo teorisyenlerinin bayıldığı şeyler olsa da kimi zamanlar benim gibi normal düşünen insanlar da ne oluyor diyebiliyor. Bugün elime geçmiş olan Texe MARRS'ın yazdığı İlluminati Entrika Çemberi isimli kitapta şu bölüm gerçekten de bana çok ilginç geldi. O bölümü virgülüne dokunmadan yazıyorum:
"İlk olarak bizlere olağanüstü çalışmanın baharda Koç, Boğa, İkizler burcunda başlayabileceği söyleniyor. Oklahoma'daki federal binanın 19.Nisan 1995te ateşe verilmesi de bu nedenle.....19 Nisan 1945'de Hitler askerlerinin Varşova'da ki cesur Yahudi direnişçilere ateşle saldırması da oldukça ilginç bir tesadüf...Kutsal günler şeytani Takvimine göre Nisan'ın 19'u her yılın Mayıs ayının 1. gününde Büyük Zirve'yle sonuçlanan canavara verilecek kanlı kurban döneminin başlangıcı. 1 Mayıs Moskova'da ki büyük meydan da (renk dikkat ederseniz kırmızı) her yıl büyük bir törenle kutlanıyor. Adam Weishaupt yine 1 Mayıs 1776'da İlluminati tarikatını kurmuştu. Eski Britanya putperestleri yine 1 Mayıs'ta güneş tanrıçalarını ve tanrılarını seks partileri, içki törenleri düzenleyip insan kurban ederek büyük bir festivalle şereflendiriyorlardı."
Burada MARRS'ın kitabında anlatmak istediği kısaca şudur. İlluminati, masonlar, şeytana tapanlar, yeni dünya düzeni isteyicileri adını ne koyarsanız koyun bir grup var. Ve bu grup şeytani bazı ritüeller yapıyorlar. Bu ritüellerden biriside kurban vermek. Bunu da her senenin Nisan veya Mayıs aylarında özellikle de 19 Nisan ile 1 Mayıs arasında yapıyorlar. Bunun nedeni Nisan ve Mayıs aylarının baharın başlangıcı olması ve eski putperest dinlerde ki bahara verilen farklı bir kutsallık. (Nevruz gibi)
Bu satırları okuduğumda ilk aklıma gelen Baston'da yapılan terörist saldırı idi. Ardından İran'da ve Çin'deki garip depremlerdi. Zira İran ve Çin'de ki deprem olan yerler sıfır riskli bölgeler olarak belirtiliyor.
Sanki birileri verilen kurban sayısını yeterli görmeyerek daha çok kan istiyormuş gibi gelmekte. Bu nedenle bu sıralar çok dikkatli olmak zorundayız. Özellikle 23Nisan ve 1 Mayıs tarihlerine çok dikkat edilmeli...Ülke olarak hassas günlerden geçmekteyiz ve birileri bu topraklarda tez ve antitez çatışmasını körüklemek için ellerini oğuşturuyor. Bir daha ki kurban verecek ülke biz olabiliriz. Aynı 1 Mayıs 1977'de olduğu gibi..
Bugün tarihlerden 21.04.2013 Pazar Saat 22.00.
Geçtiğimiz hafta 15.04.2013 Pazartesi günü A.B.D Bastonda maraton koşusu esnasında büyük bir patlama oldu. Patlamanın kamera kayıtlarını tüm dünya izledi. Gerçekten çok güçlü bir patlamaydı ve üç kişi maalesef hayatını kaybetti. Patlamanın bir bombadan olduğu söylenildi ve iki Müslüman çeçenin görüntüleri medyaya verildi.
Tarih 16.04.2013 İran'ın Kaş kentinde 7,8 şiddetinde bir deprem meydana geldi. 80 kişi öldü, 850 kişi yaralandı.
Tarih 20.04.2013. Çin'in Sıçuan eyaletine bağlı Yaan kentinde 7.0 büyüklüğünde deprem oldu. 156 kişi yaşamını yitirdi. 1500 yaralı var.
Tarih 21.04.2013. A.B.D. dışişleri bakanı John Kerry iki ay içinde üçüncü Türkiye gezisini yaptı. Suriye Halkının Dostları toplantısına katılan Kerry'nin başbakanla görüşmemesi ilginç bir durum oluşturdu.
Son bir haftadır gerçekten enteresan şeyler oluyor. Bunları bir araya getirmek komplo teorisyenlerinin bayıldığı şeyler olsa da kimi zamanlar benim gibi normal düşünen insanlar da ne oluyor diyebiliyor. Bugün elime geçmiş olan Texe MARRS'ın yazdığı İlluminati Entrika Çemberi isimli kitapta şu bölüm gerçekten de bana çok ilginç geldi. O bölümü virgülüne dokunmadan yazıyorum:
"İlk olarak bizlere olağanüstü çalışmanın baharda Koç, Boğa, İkizler burcunda başlayabileceği söyleniyor. Oklahoma'daki federal binanın 19.Nisan 1995te ateşe verilmesi de bu nedenle.....19 Nisan 1945'de Hitler askerlerinin Varşova'da ki cesur Yahudi direnişçilere ateşle saldırması da oldukça ilginç bir tesadüf...Kutsal günler şeytani Takvimine göre Nisan'ın 19'u her yılın Mayıs ayının 1. gününde Büyük Zirve'yle sonuçlanan canavara verilecek kanlı kurban döneminin başlangıcı. 1 Mayıs Moskova'da ki büyük meydan da (renk dikkat ederseniz kırmızı) her yıl büyük bir törenle kutlanıyor. Adam Weishaupt yine 1 Mayıs 1776'da İlluminati tarikatını kurmuştu. Eski Britanya putperestleri yine 1 Mayıs'ta güneş tanrıçalarını ve tanrılarını seks partileri, içki törenleri düzenleyip insan kurban ederek büyük bir festivalle şereflendiriyorlardı."
Burada MARRS'ın kitabında anlatmak istediği kısaca şudur. İlluminati, masonlar, şeytana tapanlar, yeni dünya düzeni isteyicileri adını ne koyarsanız koyun bir grup var. Ve bu grup şeytani bazı ritüeller yapıyorlar. Bu ritüellerden biriside kurban vermek. Bunu da her senenin Nisan veya Mayıs aylarında özellikle de 19 Nisan ile 1 Mayıs arasında yapıyorlar. Bunun nedeni Nisan ve Mayıs aylarının baharın başlangıcı olması ve eski putperest dinlerde ki bahara verilen farklı bir kutsallık. (Nevruz gibi)
Bu satırları okuduğumda ilk aklıma gelen Baston'da yapılan terörist saldırı idi. Ardından İran'da ve Çin'deki garip depremlerdi. Zira İran ve Çin'de ki deprem olan yerler sıfır riskli bölgeler olarak belirtiliyor.
Sanki birileri verilen kurban sayısını yeterli görmeyerek daha çok kan istiyormuş gibi gelmekte. Bu nedenle bu sıralar çok dikkatli olmak zorundayız. Özellikle 23Nisan ve 1 Mayıs tarihlerine çok dikkat edilmeli...Ülke olarak hassas günlerden geçmekteyiz ve birileri bu topraklarda tez ve antitez çatışmasını körüklemek için ellerini oğuşturuyor. Bir daha ki kurban verecek ülke biz olabiliriz. Aynı 1 Mayıs 1977'de olduğu gibi..
Etiketler:
1 Mayıs,
1 Mayıs 1977,
19 Nisan,
A.B.D,
Deprem,
İlluminati,
Kurban,
Masonlar,
Texe Marrs
19 Nisan 2013 Cuma
ELEŞTİRİLMEYE TAHAMMÜL ACİZLİK Mİ?
İnsanoğlu var olduğu günden bu güne kadar yaptıklarıyla ve yaşadıklarıyla her daim övülmek istenmiştir. Belki peygamberler ve kutsi kişiler haricinde, insanların her yaptığının övülmesi nefsin hoşuna gitmekte diğer türlü yapısal olan veya olmayan eleştirel yaklaşımlar kulları kinlendirmektedir. Burada durup şunu düşünmek gerekebilir, acaba ilahi perspekteifte nasıl davranmak gerekebilir. Hz Muhammet (S.A.V.) yanında başka birini yüzüne karşı öven için "Kardeşinin boynunu bıçaksız olarak kestin" buyurmuşlardır. Bu konuda bir İslam aliminin şu şekilde bir ifadesi vardır:"Bir kardeşinize kötülük yapmak istiyorsanız yüzüne karşı onu övün" Yine İslam halifesi Hz. Ömer halife seçildiği zaman tüm müslümanları mescide toplamış ve minbere çıkarak halifeliği müddetince yanlışlarını düzeltmesini müminlerden istemişti. Bunun üzerine bir kişinin kılıcını çekerek "merak etme ya Ömer yanlışını biz bununla düzeltiriz" demesi üzerine Hz. Ömer'in Hamd ettiğini görüyoruz.
Demekki övülmek helak, yapıcı eleştiriye maruz kalmak nimet olumsuz eleştiriye maruz kalmak ise imtihandır. Buna göre günümüz devlet adamlarının tavırları nasıldır ve nasıl olmalıdır acaba?
Bu konuda en çok eleştirilen sanırım Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'dır. Eleştiriye pek tahammülü olmadığı bilinen başbakanın akil eleştirilere de sert tepki göstermesi bazen inanılmaz olabiliyor. Bunlardan biri 2008 yılında Fehmi KORU'nun başbakan için söylediği "iktidara geldiğinde Obama gibiydi, şimdi Bush'u andıran politikalar izliyor" sözüydü. Söyleyen ve içerik bakımından doğru veya yanlış olabilir. Ancak Başbakanın verdiği tepki çokta doğru değildi sanırım.
Demekki övülmek helak, yapıcı eleştiriye maruz kalmak nimet olumsuz eleştiriye maruz kalmak ise imtihandır. Buna göre günümüz devlet adamlarının tavırları nasıldır ve nasıl olmalıdır acaba?
Bu konuda en çok eleştirilen sanırım Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'dır. Eleştiriye pek tahammülü olmadığı bilinen başbakanın akil eleştirilere de sert tepki göstermesi bazen inanılmaz olabiliyor. Bunlardan biri 2008 yılında Fehmi KORU'nun başbakan için söylediği "iktidara geldiğinde Obama gibiydi, şimdi Bush'u andıran politikalar izliyor" sözüydü. Söyleyen ve içerik bakımından doğru veya yanlış olabilir. Ancak Başbakanın verdiği tepki çokta doğru değildi sanırım.
Bunun gibi birçok örnek mevcut. Bir şehit ailesinin acısı üzerine söylediği "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" veya Mersinli çiftçi için söylediği "Ananı al da git" benzeri sözler de bunlara eklenebilir. Tabi burada Mersinli çiftçinin gösterdiği tepki de elbette normal bir tepki değildi. Ancak bunlara sabretmez isek, imtihanları nasıl hayırlı bir şekilde atlatabiliriz ki?
Bir başka örnekte -özellikle canımızı sıkan- şuydu:
Bir öğretmen haklı bir talebini bu şekilde ifade etmiş. Acaba merak ediyorum hakaret mi etmiş? Bu şekilde bir cevabı haketmiş mi? Bilemiyoruz?
Ancak bu konuda sadece başbakana yüklenmek doğru olmaz sanırım. Sanırım oturulan koltuk veya iktidar insanları gergin veya tahammülsüz yapabiliyor. Mesela Eski başbakan ve cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL'in 02.04.1989 tarihinde Fethiye'de yaptığı konuşma esnasında kendisine yalan söylüyorsun diye bağıran bir kadının tutuklandığına dair gazete küpürü:
Bu ve buna benzer birçok haber bulabiliriz. Önemli olan Hz Ömer gibi İslamdan önce kız çocuğunu toprağa gömen bir insanın İslam ile birlikte eleştiriyi acizlik olarak görmemesi, yöneticiliğini halkın kontrolüne vermesidir. Amaç Hz Ömerler yetiştirmektir. Bunun yoluda Ömer'i Hz.Ömer yapan Muhammedi bir eğitim metodudur.
9 Ocak 2013 Çarşamba
ESKİDEN BUGÜNE ÜNİVERSİTE OLAYLARI
Büyük bir kısmı yerli yapımı olan Göktürk - 2 uydusunun fırlatma töreninin ODTÜ'de yapılması belli bazı gruplar için ortalığı yakıp yıkma, huzuru bozma ve fitneyi diriltme için bir fırsat olarak görüldü. Pek tabiki bu fırsat kaçırılmadı. Toplumsal provake kokan bu tip olaylar genelde belli yerlerde planlanıp bir grup üniversite öğrencisi tarafından hayata geçirilmesi toplumda şu şekilde bir kanı oluşturdu. Sanki üniversitelerin hepsi, öğrencisiyle öğretim görevlisiyle muhalif, devrimci ve sözümona ilerici!!!. Olaylara birde şu açıdan bakalım:
- En son ODTÜ olaylarında eylem yapan grubun sayısı takriben elli kişi olmasına rağmen bu elli kişi içinde ODTÜ öğrencisi sayısı üçte birden daha az.
- 17.000 öğrencisi bulunan bir üniversitede eylemlere katılan öğrenci sayısının bu denli az olmasına rağmen kamuoyuna öyle bir şekilde lanse edildi ki sanki Türkiye'de ki tüm üniversite öğrencileri muhalif ya da daha amiyane bir deyişle devrimci. Oysaki Türkiye'de gerek 12 Eylül öncesinde gerekse şimdi ortalığı yakıp yıkan, fayda yerine hep zarar veren kesim hep bir avuç olmuştur, ancak bu bir avuç içi kadar insanın verdikleri zarar o kadar büyük olmuştur ki sayıları binlerce, onbinlerce zannedilir.
Demokrat Parti iktidarından bu yana hep sağ iktidarlarda (Zaten Solun iktidar olduğu pek de görülmemiştir) bu öğrenciler ortalığa salınmış, kendilerine verilen emir ve direktif doğrultusunda bombaların pimini çekmiştir. Ancak medya, kamoyuna bu öğrencilerle ilgili "onlar daha genç, kanları kaynıyor, iktidar da bunlara müsamaha ile baksın" algısını yerleştirdiği için ortalığı karıştırma emri verenlerin istedikleri ortamlar hep oluşmuştur. Karşılarına itiraz edecek bir başka grup öğrenci çıktığı zamanda linç kültürü ile karşılarındakini yoketmek için herşeyi yapmışlardır. En bariz örnek 1970 yılında Ankara'da Erkek Teknik Öğretmen Okulunda ciğerleri bisiklet pompasıyla patlatılan ve üçüncü kattan atılarak katledilen Dursun ÖNKUZU'yu öldürenlerde aynı ODTÜ'de Demokratik taleplerini dile getirdiklerini iddia edenler gibi bir kısım devrimci öğrenciydi.
Bu ve buna benzer örnekler hiçte az değildir. 1968 yılında Ruhi KILIÇKIRAN cinayeti, 1969 Bahattin DEDEŞAN,Mustafa KAHRAMAN, Kemal ERTÜRK, 1970 yılında Yusuf İMAMOĞLU ve Süleyman ÖZMEN cinayetleri daha sağ - sol çatışmasının kan dökme boyutuna varmadığı zamanların ilk maktullerini doğurmuştur. Üstelik bu maktullerin hepsinin Anadolu evladı Milli - Muhafazakar kişiler olmasıda aslında eli kanlı katillerin , hazımsızların, canilerin kimler olduğunu ortaya koymuştur.
Baştada dediğimiz gibi bu necip milletin CHP ve türevlerine yol vermemesi ve halkın Kemalist diktanın yerine hep sağ partilere destek vermesi solun içinde öyle bir dert ve kin oluşturmuştur ki özellikle gençleri önden salarak huzursuzluk ortamını oluşturmayı başarmışlardır. Mesela ODTÜ olaylarına benzer bir olay günümüzden 50 sene önce yine yaşanmıştı. 27 Mayıs ihtilalinin mağdurlarından Celal BAYAR'ın tutuklu olduğu Kayseri cezaevinden çıkması ve Ankara'da tezahüratlarla karşılanması birilerindeki hazımsızlığı yine hortlatmış, halkın ekseri bir kısmının 27 Mayıscılara olan tepkisini günyüzüne çıkarmıştı.
Celal BAYAR gibi -onların deyimiyle-düşüklere gösterilen bu ilgiye kinlenen yine bir kısım halktan uzak asilzadeler ki içlerinde öğrenciler, medya hatta zamanın cumhurbaşkanıda vardır, ardı ardına bombalamaya başlamışlardı. Mesela öğrenciler!! Celal BAYAR'ı karşılayan APlilere linci başlatmıştı bile. Üstelik bu linci Atatürk devrimlerini korumak adına yapıyorlar ve 27 Mayıs darbesine bağlılıklarını sunuyorlardı:
Tabi bu saldırgan gençler Cumhurbaşkanının bile dikkatini çekmişki zamanın cumhurbaşkanı gençlerin bu provakasyonunu öve öve bitirememiş:
Medyanın iri yazar çizerleri de üniversitelileri dolduruşa getirmeye devam ediyordu:
Görüldüğü gibi sırf Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı hapishaneden çıktı diye onu karşılayan halka karşı kinlerini kusmak isteyen bu bir avuç üniversiteliden öte asıl suçlu onları yönlendiren, gaza getiren medya ve siyasiler olmuştur. Bu olayların sonucuda 12 Eylül askeri darbesine kadar uzamış, ülke kaostan kaosa sürüklenmiştir.
İri medya kanallarında yaptıkları dizilerde 30 - 40 yıl öncesinin olaylarını hep sağ kesimin üstüne yamamaya çalışanlara ve hala 90 sene öncesinde yaşayan zihinlere duyurulur...
- En son ODTÜ olaylarında eylem yapan grubun sayısı takriben elli kişi olmasına rağmen bu elli kişi içinde ODTÜ öğrencisi sayısı üçte birden daha az.
- 17.000 öğrencisi bulunan bir üniversitede eylemlere katılan öğrenci sayısının bu denli az olmasına rağmen kamuoyuna öyle bir şekilde lanse edildi ki sanki Türkiye'de ki tüm üniversite öğrencileri muhalif ya da daha amiyane bir deyişle devrimci. Oysaki Türkiye'de gerek 12 Eylül öncesinde gerekse şimdi ortalığı yakıp yıkan, fayda yerine hep zarar veren kesim hep bir avuç olmuştur, ancak bu bir avuç içi kadar insanın verdikleri zarar o kadar büyük olmuştur ki sayıları binlerce, onbinlerce zannedilir.
Demokrat Parti iktidarından bu yana hep sağ iktidarlarda (Zaten Solun iktidar olduğu pek de görülmemiştir) bu öğrenciler ortalığa salınmış, kendilerine verilen emir ve direktif doğrultusunda bombaların pimini çekmiştir. Ancak medya, kamoyuna bu öğrencilerle ilgili "onlar daha genç, kanları kaynıyor, iktidar da bunlara müsamaha ile baksın" algısını yerleştirdiği için ortalığı karıştırma emri verenlerin istedikleri ortamlar hep oluşmuştur. Karşılarına itiraz edecek bir başka grup öğrenci çıktığı zamanda linç kültürü ile karşılarındakini yoketmek için herşeyi yapmışlardır. En bariz örnek 1970 yılında Ankara'da Erkek Teknik Öğretmen Okulunda ciğerleri bisiklet pompasıyla patlatılan ve üçüncü kattan atılarak katledilen Dursun ÖNKUZU'yu öldürenlerde aynı ODTÜ'de Demokratik taleplerini dile getirdiklerini iddia edenler gibi bir kısım devrimci öğrenciydi.
Bu ve buna benzer örnekler hiçte az değildir. 1968 yılında Ruhi KILIÇKIRAN cinayeti, 1969 Bahattin DEDEŞAN,Mustafa KAHRAMAN, Kemal ERTÜRK, 1970 yılında Yusuf İMAMOĞLU ve Süleyman ÖZMEN cinayetleri daha sağ - sol çatışmasının kan dökme boyutuna varmadığı zamanların ilk maktullerini doğurmuştur. Üstelik bu maktullerin hepsinin Anadolu evladı Milli - Muhafazakar kişiler olmasıda aslında eli kanlı katillerin , hazımsızların, canilerin kimler olduğunu ortaya koymuştur.
Baştada dediğimiz gibi bu necip milletin CHP ve türevlerine yol vermemesi ve halkın Kemalist diktanın yerine hep sağ partilere destek vermesi solun içinde öyle bir dert ve kin oluşturmuştur ki özellikle gençleri önden salarak huzursuzluk ortamını oluşturmayı başarmışlardır. Mesela ODTÜ olaylarına benzer bir olay günümüzden 50 sene önce yine yaşanmıştı. 27 Mayıs ihtilalinin mağdurlarından Celal BAYAR'ın tutuklu olduğu Kayseri cezaevinden çıkması ve Ankara'da tezahüratlarla karşılanması birilerindeki hazımsızlığı yine hortlatmış, halkın ekseri bir kısmının 27 Mayıscılara olan tepkisini günyüzüne çıkarmıştı.
Celal BAYAR gibi -onların deyimiyle-düşüklere gösterilen bu ilgiye kinlenen yine bir kısım halktan uzak asilzadeler ki içlerinde öğrenciler, medya hatta zamanın cumhurbaşkanıda vardır, ardı ardına bombalamaya başlamışlardı. Mesela öğrenciler!! Celal BAYAR'ı karşılayan APlilere linci başlatmıştı bile. Üstelik bu linci Atatürk devrimlerini korumak adına yapıyorlar ve 27 Mayıs darbesine bağlılıklarını sunuyorlardı:
Tabi bu saldırgan gençler Cumhurbaşkanının bile dikkatini çekmişki zamanın cumhurbaşkanı gençlerin bu provakasyonunu öve öve bitirememiş:
Medyanın iri yazar çizerleri de üniversitelileri dolduruşa getirmeye devam ediyordu:
Görüldüğü gibi sırf Demokrat Parti döneminin Cumhurbaşkanı hapishaneden çıktı diye onu karşılayan halka karşı kinlerini kusmak isteyen bu bir avuç üniversiteliden öte asıl suçlu onları yönlendiren, gaza getiren medya ve siyasiler olmuştur. Bu olayların sonucuda 12 Eylül askeri darbesine kadar uzamış, ülke kaostan kaosa sürüklenmiştir.
İri medya kanallarında yaptıkları dizilerde 30 - 40 yıl öncesinin olaylarını hep sağ kesimin üstüne yamamaya çalışanlara ve hala 90 sene öncesinde yaşayan zihinlere duyurulur...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)