28 Aralık 2012 Cuma

MUHTEŞEM YÜZYIL ZIRVASI VE OSMANLININ İNKARI ÜZERİNE DERİN ÇALIŞMALAR

1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin dünyaya bakış açısı Kemalist ilkelerle yoğurularak şekillendirilmişti. Örneğin Osmanlı Devletinin genel olarak reddettiği çoğu görüş yeni Cumhuriyetin temel taşlarını oluşturmuştu. Bunlar Cumhuriyetcilikten Laikliğe, ulus devlet stratejisinden şekilci batıcılığa kadar geniş bir yelpaze oluşturuyordu.

Dolayısıyla Avrupa'dan A.B.D ye oradan uzakdoğuya ve İslam devletlerine kadar hemen her yerde hakkında çoğunlukla övülerek bahsedilen ve gerçektende askeri, siyasi, sosyal, sanatsal manada dünyaya unutulmayacak manada olumlu izler bırakmış bir devlet olan Osmanlı devlet ve medeniyeti halkın belleğinden silinmeliydi. Bunun nedeni yeni kurulan devletin kurulurken verilen İstiklal savaşında dahi Osmanlı askerleri ve komutanlarının mücadele etmesi ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin herhangi bir başarısının olmaması, herşeye sıfırdan başlamasıdır. Sıfırdan başlayan her oğulun güçlü olan babasının hep olumsuz yönlerini araması, onu beğenmemesi, çağdığı bulması gibi bu yeni devlette selefini inkar ediyor ve Türkiye halkının bu tarihi unutması, unutmasa bile kötü bilmesi için tüm çabayı gösteriyordu.

 Örneğin 60 sene öncesinin gazetelerinde (26.12.1952) Osmanlı padişahları sadrazamlarının yanında cariyeleri ile cinsel ilişkiye girebilecek kadar sapık gösterilmiş:



Örneğin Kemal SAMANCIGİL isimli Alevi bir yazar (tarihci bile değil)  Osmanlı Padişahı Sultan İbrahimin hanımlarından Telli Haseki hakkında "DİŞİ ŞEYTAN" olarak bahsediyor, şehzadelerin padişahın birer önemsiz oyuncağı oladuğu anlatılıyor, padişah ile zevcesi cinsel olarak birlikte iken sadrazamın gelip arzuhal ettiğinden bahsediyor. Bu sapkın ifadelerin yazarı "Hz Muhammed Türk mü idi?" gibi ipe sapa gelmez kitapların ve fikirlerinde sahibi biriydi.


 
1999 yılında 13. Türk Tarih Kongerisinin kapanış toplantısında Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel Osmanlı Medeniyetini kötülemenin yeni cumhuriyet için gerekli bir zorunluk olduğunu şu sözlerle açıklıyordu: "Osmanlıyı bizde kötüledik, çünkü Osmanlıyı methetsek cumhuriyeti tutturmakta zorluğumuz olurdu" Bütün bunlara rağmen bu halka Osmanlıyı unutturamamaları belkide bir mucizedir.
 
Bir başka örnek yine Alevi bir yazar olan İsmail Metin'in kaleminden çıkmış üç tane kitap:


Dikkat edilmesi gereken Osmanlı medeniyetine yapılan bu saldırı yönteminin genelde cinsel algı yönünden olması ve yazarlarının aynı mezhebi görüşten olmasıdır. Aslına bakıldığında bu psikolojide paranoya ile birlikte görülen "yansıtma" olarak tabir edilen bir rahatsızlıktır. Yani kendinde olan kusurları karşıdakinde görmektir.
 
Buna bir başka güzel bir örnek ise Oda Tv nin yaptığı şu haberde gizli sanırım:
Tarihçilerin neredeyse ekser çoğunluğunun bir yahudi komplosu olduğunu anlatmasına rağmen hala oğlancılığı Osmanlıya yamama çabası ise Psikolojide ki Yansıtma rahatsızlığının bir başka örneği. Üstelik habere konulan resimler halen günümüzde devam eden yağlı güreş oyunlarından birer alıntıdır. Bu ve buna benzer haberler bir hayli fazla. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında Osmanlıya ve İslama olan düşmanlığın dönme medya ile körüklenmesi, özellikle toplumda kökten kopmuş bir nesil meydana getirdi. İşte 68 kuşağı olarak adlandırılan o nesilin gerek 12 Eylül öncesinde yaptıkları katliamlarla, gerekse 12 sonrası kendini Kürt bölgelerinde PKK olarak göstermesiyle gerekse günümüzde yaptıklarıyla oluşturdukları fitne ateşi büyük oranda söndürülmüş olsada halen zarar vermeye devam etmektedir.Bu saldırıların boşa çıkarılması da bu fitne ocaklarının yokedilmeside yine milletimizin elindedir.  
 

 
 
 
 
 
 
 
 
 

4 Aralık 2012 Salı

HAMAS Nedir Ne Değildir? - 2

Dikkat çeken ikinci bir husus daha var. HAMAS sözcüsü İbrahim GOŞA 14.05.1999 tarihinde Milliyetten Bilge EGEMEN'e verdiği röportajda enteresan bir cümle sarfediyor: "Türkiye'de İslam gelecekte A.B.D'nin kontrolünde olacak"




11 Eylül saldırılarından yaklaşık 4 ay önce, A.B.D'nin Afganistan işgalinden 2 yıl, Irak işgalinden 3 yıl önce ve A.B.D ve Avrupada henüz İslamofobinin tam olarak oluşmadığı bir dönemde böyle bir açıklama yapması çok enteresan. Zira henüz daha dünya A.B.D'nin Büyük Orta Doğu politikasını bimediği bir dönem ve dolayısıyla İslam dünyasında ılımlı bir İslam hareketinin A.B.D tarafından  desteklemediği bir zaman.
Afganistan işgalinden sonra gerçektende AK Parti A.B.D'nin İslam politikası güdümüne girmesi iddaası ile suçlanır oldu. Hatta Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN'ın B.O.P eşbaşkanı olduğu iddaa edildi. Yani gerçekleşse de gerçekleşmese de Türkiye'de ki İslami hareketin (radikalleri haricinde) ve Türkiye'de ki İslami düşüncenin A.B.D kontrolüne girdiği bilen bilmeyen herkesin dilinde.

Tabi HAMAS'ın sözcüsü İbrahim GOŞA'nın bu açıklaması enteresan. İkiz kulelere yapılan saldırıya daha dört ay varken, kurulucak yeni dünya düzeni planlarının medyaya yansımasına daha yıllar varken Türkiyede İslamın A.B.D kontrolüne gireceğini nereden çıkardığı kafa karıştırıcı. Ayrıca İbrahim GOŞA ile ilgili internette de çokfazla bir bilgi olmadığını söylemek isterim

3 Aralık 2012 Pazartesi

HAMAS Nedir Ne Değildir?

HAMAS (İslami Direniş Hareketi) 1988 yılında Filistinde intifadanın sürdüğü yıllarca Şeyh Ahmet Yasin tarafından kurulmuş siyasi ve askeri bir oluşumdur. Köken olarak 1948'de Filistin topraklarının Yahudi milis ve göçmenlerce işgal edilmesine tepki olarak Mısır İhvan-ı Müslimin hareketinin Filistine gönderdiği savaşçılara dayanan HAMAS dünyanın ciddi bir kısmı tarafından terör örgütü olarak tanınmaktadır. Bunun nedeni kurulduğu tarihten yakın zamana kadar İsrailli sivillere yönelik yaptığı saldırılar gösterilmektedir. Sivillere yönelik en son eylemi 2004 yılında olmuştur.

Burada üzerinde durulması gereken bir gerçek varki  HAMAS'ın gerçekleştirdiği eylemlerin küresel bazda ne kadar terör eylemi içine girdiği ve bunun yanında İsrail'in sivillere yönelik gerçekleştirdiği eylemlerin ne kadar terör kapsamına girdiği handikapıdır. Özellikle Doğu Avrupada Yahudilere karşı ortaya konan terör ve NAZİ Almanyasının sistemetik bir şekilde yaptığı Yahudi soykırımı Dünyada (yazılı ve görsel medyanında marifetiyle) Yahudilerin hep ezilmiş, itilmiş, soykırıma uğramış bir millet olduğu ve Yahudilerin bu nedenle diğer milletlerden ve özellikle Araplardan 10 adım üstün bir halk olduğu Dünya toplumlarının belleklerine işlenmiştir. Dünyada hangi milletden olursa olsun her insan farkında olmadan Yahudi sivillere yöneltilen saldırılar ile Arap sivillere yöneltilen saldırıları aynı gözle görmezler. İşin daha vahimi bunu farketmezlerde.İsrailin Filistinlilere karşı herhangi bir katliamında (En son 2008 Gazze Operasyonu en iyi örnektir) Türkiye'de bir protesto gösterisi gerçekleştirildiğinde Haber bülteni sunucuları, köşe yazarları yada yorumcuların ağzından duyacağınız ilk şey -bu protesto gösterilerinin ülkemizde yaşayan Musevi vatandaşlarımıza yönelmemesi- temennisidir. Veya Filistin kurtuluş hareketlerine akıl vermeyi kendine borç edinen bu çokbilmiş tayfası Filistinli direnişçilere - Aman Yahudi sivillere dikkat edin- demeyi ihmal etmezler.

Ancak bu tayfanın hiç bir zaman herhangi bir İsrail saldırısında aynı şeyi -Aman Arap sivillere zarar gelmesin- dediklerini duymazsınız. Bu dünyanın birçok ülkesinde ki medya odaklarında aynı şekildedir. Çünkü insanların bilinçaltlarına yerleştirilmek istenen bir sivil Yahudinin kanı ancak 10 Arabın kanıyla temizlenebilir. Zira Yahudi kanı diğer kanlardan üstündür. Oysaki burada denilmesi gereken şey şudur: "Yahudi olsun, Arap olsun, Japon olsun, Alman olsun sivil olan herkes savaşlarda ölmeyi haketmiyor. Savaşın bir ahlakı olmalı ve misket bombalarıyla yada dev füzelerle bu ahlak korunamaz" olmalıdır.

Lakin bazı derin güçler ve devletler bu cümleyi duymak istemezler. Hangi ırk ve dinden olursa olsun sivillerin ölmesine engellemek için somut adımlar atılmasını istemek dünyada bir çok gizli oluşumu rahatsız etmektedir. Bu nedenle bu derin devletler (gerek A.B.D gerekse İsrail Derin devleti) ancak sivillerin ölmesi ile amaçlarına ulaşabileceklerini çok iyi bilmektedirler. Örneğin sivil Filistinliler ölürse Filistin halkı radikalizme daha çok kayar. Dolayısıyla yeni yeni Radikal hareketler ortaya çıkar. Bu radikal hareketler dünyada gündeme gelmek için radikal eylemler yaparlar. Örneğin Telaviv'de bir otobüsü havaya uçurup 20 kişiyi öldürebilirler. Bu durumda İsrail'in öldürdükleri dünya medyasında (1 yahudi = 10 Arap) denkleminden ters bir orantı ile 1 görülürken Radikal Filistinlilerin öldürdükleri 20 İsrailli 200 olarak bell altına işlenir. Bu durumda İsrailin yaptıkları ister istemez görmezden gelinirken Filistinlilerin yaptıkları terör suçu sayılır. İşte bu denklem Filistinlilerin işine yaramadığı gibi tamamen İsrailin işini kolaylaştırır.

Bir zamanlar El Fetih, Kara Eylül veya Filistin Halk Kurtuluş Ordusu gibi örgütlerin başvurduğu sivillere yönelik eylemler (Ki bu eylemlerin bir kısmı bu örgütlerin haber ve bilgisi olmadan başka organizasyonlar tarafından yapılmış olup bu örgütlerin üzerine atılmıştır) 1980li yıllardan itibaren son bulmaya başlamıştı. Hatta bu örgütlerden bazıları ve Filistindeki örgütlerin tek çatı altında toplandığı Filistin Kurtuluş Örgütü İsraili tanıyarak barış için tavizler bile vermeye başlamıştı. Ancak bu sefer İslami kaynaklı örgütler sahneye çıktı ve İsrailli sivillere yönelik saldırıların hamiliğini bunlar yapmaya başladı. Yani İsrailin hanesine yazılacak sayılar bu sefer İslami kaynaklı örgütler tarafından yazılmaya başlandı.

Bunlardan en bilinenleri HAMAS ve İslami Cihattır. Özellikle HAMAS'ın Yaser ARAFAT gibi barışa yanaşmaması için devamlı dövülmesi ve saldırgan yapılması gerekiyordu. Bunun içinde HAMAS'ın liderleri öldürüldü ve İsrail artık Gazze'ye yönelik saldırılarını hızlandırdı. Özellikle HAMAS'ın kurucusu ve manevi lideri Şeyh Ahmet Yasin'in öldürüldüğü güne dikkat çekmek lazım. 22 Mart 2004 günü yani Şeyh Ahmet Yasin'in öldürüldüğü gün Türkiye'de ve Dünyada bilinen bir İslami cemaat lideri "Müslüman terörist olamaz, sivil öldüremez" şeklinde meşhur bir röportaj vermiştir. Karşılığında da İsrail Şeyh Ahmet Yasin'i öldürerek "Müslümanlar herzaman radikal kalacak, hiç bir zaman barış isteyen taraf Müslümanlar olmayacak" mesajını tüm dünyaya duyurmuş oldu. Şeyh Ahmet Yasin'in öldürülmesiyle HAMAS'ın İsrailli sivillere karşı yaptığı saldırılar arttı. Dünya ise tekerlekli sandalyede hiç bir ihtiyacını göremeyen birinin öldürülmesini unutmuşken ölen sivil İsraillileri yine unutmayarak İsrail terör kıskacında kendi güvenliğini sağlayan bir devlettir imajını sürdürmüş oldu....

12 Ekim 2012 Cuma

RUSYA - TÜRKİYE- SURİYE ÜÇGENİNDE GÜRCİSTAN SEÇİMLERİ


Türkiye'nin Rusya ve Suriye ile yaşadığı bu sıcak günler boyunca belki de bir savaş çıkartabilecek boyutta gelişmeler oldu. Akçakale'ye düşen top mermisi ve buna mukabil beş vatandaşımızın hayatını kaybetmesi belki de başka bir sınırda olsa büyük bir savaş çıkartabilirdi. Avusturya Macaristan veliahtının bir Sırp komplocu tarafından öldürülmesinin, bu olayla hiç alakası olmayan milyonların canına mal olduğu bilinmekte.  Gerçi halkımız Suriye ile bir savaşa girmek istemiyor. Hükümetinde açıkcası pek niyeti yok gibi. Ancak bu olayların burada kalmayacağı, korkarım daha da artacağı çok ta flu olmayan bir şekilde görülüyor.
 
Bu olaylar olurken komşularımızdan birinde enteresan bir şey yaşandı. Üstelik Akçakale olayının olduğu gün. Gürcistan'da beklenen seçim yapıldı ve Rusya yanlısı bir parti olan Gürcü rüyası - Demokratik Gürcistan seçimleri kazandı. Daha önce bilindiği gibi Güney Osetya sorunundan dolayı Rusyanın ufak çaplı bir işgaline uğrayan ve koyu bir Rusya nefreti barındıran A.B.D. yanlısı politikalarıyla ünlü hükümet tarafından yönetilen Gürcistan'da bundan sonra durumun nasıl değişeceği dikkat çekici. (Hernekadar bizim dış ilişkiler uzmanlarının dikkatini çekmesede!!!)
 
Seçimi kazanan Gürcü Rüyası Partisinin lideri Bidzina Ivanishvili. Sovyetler Birliğinin çökmesiyle beraber hızlı bir şekilde zenginleşen, Rusya'da bankaları olan aynı zamanda Fransız vatandaşı olan Ivanishvili daha geçen sene ekim ayında yani bir sene önce Gürcü vatandaşlığından çıkartılmıştı. Ancak daha sonra daha da güçlü bir şekilde Gürcistan'a dönmüş kurduğu partiyle oyların yaklaşık %53'nü almış oldu. Devlet başkanı Saakashvili'nin liderliğini yaptığı Birleşik Ulusal Hareket Partisi ise oyların yaklaşık %41'ni aldı. Rusya'nın kısa süreliğine de olsa işgaline uğramış bir ülke halkının oyunu Rusya yanlısı bir partiye ve lidere vermesi de gerçekten ilgi çekici bir durum.
 
Peki milyonlara banka alıp milyarlara satan adam olarak bilinen Bidzina Ivanishvili'nin Gürcistan'da iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye ilişkileri ve Rusya'nın durumu ne olacak? Bilinen birşey var ki Ivanishvili'nin seçim kampanyasının önemli bir kısmını Türk ve Türkiye düşmanlığı tutuyordu. http://dunya.milliyet.com.tr/gurcistan-da-yeni-moda-turkiye-dusmanligi/dunya/dunyadetay/21.09.2012/1599682/default.htm Bu Türk düşmanlığının ana nedeninin Batum'a kumar oynamaya veya hayat kadınlarıyla eğlenmeye giden Türkler olduğu düşünülse de bu kadar da basit olmadığı aşikar. Zira Rusya'nın Gürcistan'a müdahalesinde ve Güney Osetya sorununda Türkiye Gürcistan'dan yana tavır koymuş bir nevi A.B.D - Rusya çekişmesinde A.B.D'nin yanında tavır almıştı. Kindar Slav mantalitesinin hala 600 yıl önceki hadiseleri unutmaması gibi bu olayında unutulmadığı bellidir. İkinci bir mevzu bu seçimlerin tam olarak Suriye ile gerginliğin had safhada olduğu gün  gerçekleşmesi ve Türkiye'nin kuzeydoğu komşusunu kaybetmek üzere olduğudur. Bidzina Ivanishvili Gürcistan'da 2013 yılında yapılacak Devlet başkanlığı seçimlerinin galibi olduğu taktirde Gürcistan'ın kısa zaman içinde Rus peyki olacağı da kaçınılmazdır. Biliyoruz ki Suriye'de rejimin muhaliflere bu kadar direnebilmesinin sebebi Rusya'nın bu ülkedeki askeri varlığı ve  Rus özel kuvvetleri olan Spetsnaz'ın Suriye güçleri arasında muhaliflerle çatışmasıdır. http://www.timeturk.com/tr/2012/03/20/rus-ozel-kuvvetleri-suriye-de-iddiasi.html Hernekadar Rusya ve Suriye bunu inkar etsede olmaması için pek bir sebep yok. İvanishvili'nin devlet başkanlığını almasıyla da Rusya'nın bir diğer askeri üstünü Gürcistan'a kurmaması için de pek bir sebep yok. Belki bu hemen olamaz zira Gürcistan'da hala ciddi bir Rusya muhalefeti var. Ancak ilerleyen zamanlarda olacaktır.

Türkiye'nin daha doğrusu dümen başında olanların böyle karışık bir ortamda işi gerçektende zor. bir yandan ekonomik krizler içinde olsada yakın bir gelecekte belini doğrultacak olan Yunanistan ile olan sorunları, bir yandan güneyden Kıbrıs Rum kesimi ile olan sorunlar, bir yandan resmen PKK'ya karakol veren İranla sorunlar, hemen yanında cumhurbaşkan yardımcılarını sakladığımız Irakla sorunlar, onun yanında Suriye ile olan sorunlar, doğuda Ermenistan ile olan sorunlara yakında Gürcistan'da eklenecek. Sorunumuz olmayan iki komşumuzdan birisi Bulgaristan. Bir diğeri ise Azerbaycan. Üstelik Azerbaycan yönetiminin yani İlhan Aliyev'inde bizi pek sevdiği söylenemez. 

Koyu karanlık ve çetrefilli bir dönemden geçen Türkiye için iki sonuçtan birisi olacaktır. Bu cendereden ya daha güçlü,bir süper güç olarak çıkacağız, ya da kendimizi orta asya bozkırlarında bulacağız (Sırpların asırlardır çocuklarına ninni olarak anlattıkları gibi). Gelinen nokta maalesef budur.




2 Ekim 2012 Salı

VAĞARŞ NİŞANYAN'IN OĞLU SEVAN NİŞANYAN

 "Buna karşılık, bundan yüzlerce yıl önce Allah'la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. "İfade özgürlüğü" denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir" 

Bu sözler Türkiyeli bir Ermeni yazara ait. Adı Sevan NİŞANYAN. 

Tüm dünya da 1980 lerden bu yana fiili olarak süregelen ve İslamofobininde temeli olan İslam ve Hz Muhammet düşmanlığı kimi zaman kendisini bir kitapta (Şeytan Ayetleri), kimi zaman bir karikatür de, kimi zaman bir film de gösterdi. Aslında Avrupa'da 16.yy'dan bu yana zaman zaman, müslüman fetihlerinin de artmasıyla bu düşmanlık perçinlenmiş oluyordu. Ortaçağ karanlığında ki Avrupa insanı -aynı günümüz müslümanları gibi- otoritenin her dediğini kendisine referans alacak kadar cehalet pisliği içinde yüzüyordu. Ortaçağ karanlığındaki o otorite kiliseydi. Ancak kilisenin iktidardan düşmesiyle birlikte yeni Avrupa ideolojisi olan Materyalizm'de kendisine düşman olarak yine İslamı ve Hz Muhammedi görmüştü. Mesela Ateist ve Mason olan Voltaire Hz. Muhammed'e hakaretler içeren bir piyes yazıyordu. İkinci Abdulhamit zamanında Avrupa'da sahnelenmek istenen bu piyesi yine İkinci Abdulhamit'in gayretleri sahnelenmekten menettiriyordu. 1980lere geldiğimizde bu sefer Salman Rüşti denen bir provakatör soytarı ortaya çıkıyor ve Şeytan ayetleri kitabını yazarak İslamın ve Müslümanların en değer verdiği kutsallara aklı sıra hakaretler ediyordu. Üzerinden fazla zaman geçmeyen karikatür krizinde ve en son film hadisesinde hep aynı materyallar kullanılarak provakasyonlara devam edildi. Bu tür hadiseler arttıkça İslam Dünyasında tepkiler çığ gibi büyüyor, radikal Müslümanlar bu provakatörler hakkında ölüm fermanları çıkartıyor, yabancı büyükelçilikler basılıyor, huzursuzluk artarak devam ediyordu.

Türkiye'de nispeten daha düzeyli ve dengeli protestolar olması gerçektende bu ülke müslümanlarının Kuran ve Sünneti ne kadar mükemmel anladığı ile doğru orantılıdır zannedersem. Çünkü Türkiye'de bu konuda aşırılıklar göremezsiniz. Ancak sanırım ülkemizde yaşayan sözümona bazı demokrat ve azınlık ezilmişliği altına sığınan bir takım yazarlar bu dengeli sabrı bir nevi ezilmişlik ya da umursamazlık zannediyor olmalı ki Hz Muhammet hakkında bu kadar ahlaksızca ve terbiyesizce  ifadeler yazıyorlar. Bu adam Ermeni Vağarş Nişanyan'ın oğlu Sevan Nişanyan. Hani eski karısının başından aşağı kavonozda biriktirdiği pisliğini atan adam. Hani bu adi fiili gerçekleştirdikten sonra kamuoyu tarafından çalıştığı gazete olan Agos'tan çıkartılması istenen, buna karşılık Agos genel yayın yönetmeni Ermeni Etyan Mahçupyan tarafından sıkıca korunan adam. Öyle bir koruma ki Etyan Mahçupyan Sevan Nişanyan'ı eleştirenlere ırkçı bile demişti. Peki Sevan Nişanyanın yukarıda yazdığımız çirkefliğine de "ırkçı bir yazı" olması hasebiyle tepki gösterecekler mi acaba?

Sevan'a göre Hz Muhammet Allah'la kontak kurduğunu iddaa etmiş. Yani Hz Muhammed yalancı öyle mi?
Sevan'a göre Hz Muhammed bu yalan kullanılarak bu durumdan siyasi, mali, cinsel menfaat elde etmiş. Yani Hz Muhammed bir tiran, bir hırsız ve bir sapık öyle mi?
Sevan'a göre Hz Muhammed bir Arap lideri. Acaba biz Türklerin bir Arap liderini savunmasına gerek yok mu demek istiyor acaba?

Bunların her birine kaynaklarından delillerle cevap verilmesi için uğraşılması bile beyhudedir. Çünkü bir köpek ancak şartlandığı şeyleri yapar. Bir köpeğe yemek yaptıramazsınız. İstediğimiz kadar yazalım anlatalım köpekler ancak havlarlar.

Biz bunun yerine Sevan Nişanyan adlı şahsın babasından bahsedeceğiz. Adı Vağarş Nişanyan. Mimar. Yassıadanın mimari. Sevan Nişanyan bir hırsız görmek istiyorsa bence babasına bakması yeterli. İşte Milliyetin 18.03.1959 tarihli haberi:





Haberde Vagorç Nişanyan olarak yazılan baba Vağarş Nişanyan ile birlikte Levent Bal adındaki Yüksek mühendisler, kendilerine inşaat için verilen tonlarca inşaat malzemesini Perşembe pazarında mağazaları bulunan Mustafa Uzoğlu ve Jirayir Papazyan adlı iki tacire el altınsan satarak yolsuzluk yapmışlardır. Daha sonra aralarında çıkan bir anlaşmazlıktan dolayı mühendislerden biri yolsuzluğu  ihbar etmiş ve tutuklanmışlardır. Tabi bu yolsuzluk esnasında henüz 3 yaşında olan Sevan Nişanyan sanırım bu olayı hatırlamaz.

Sevan Nişanyan eğer bir sapık ve bir tiran görmek istiyorsa karısının kafasından aşağı bir kavanoz pisliğini döken kendisine bakması yeterlidir.

Yok eğer bunlar yetmez illa ki bir hırsız göreceğim diyorsa yukarıda ki küpürler le birlikte babasını yadetmesi yeterde artar bile..








27 Eylül 2012 Perşembe

CUMHURİYET MERKEZ BANKASI MI? YA DA MERKEZ BANKASININ SAHİPLERİ KİM?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası mı yoksa Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasımı? 2001 yılında tam bağımsız olan merkez bankasının bastığı banknotların üzerinde yazan "Cumhuriyet merkez bankası" ibaresi acaba sadece bankanın bağımsız olduğunu belirtmek için mi kullanılıyor? Evet Merkez bankası bağımsız bir yapıya sahip. Hatta bir Anonim şirkettir. Yani Ortakları vardır. Ancak devletin yüzde 55 ortaklığının bulunduğu bir bankanın hükümetten bağımsız olduğunu vurgulamak için "Cumhuriyet" ifadesinin kullanılması ne kadar mantıklı ki. Mesela Ziraat Bankası da A.Ş tir ancak Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası A.Ş. olarak geçmektedir.

Dünya Merkez Bankaları ile ilgili çok haberler ortalıklar da dolaşmakta. Özellikle Amerikan Merkez Bankasının bir kaç asırdır Rohtschild ailesinin elinde olması, Amerikan dolarını basıp devlete satmaları alışılmış bir durumdur. Bunun yanında Arap Baharı öncesi bir Rohtschild temsilcisinin Tunus devlet başkanı Zeynel Abidin ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarekle görüşmesi ve o devletlerin merkez bankalarının yüzde 15 ortaklıklarını istemesi yeni yeni duyulan konulardandır.

Dünya para piyasalarında ki bunca fırtınanın  yanında acaba Türkiye Merkez Bankası kimlerin ortaklıklarında ya da daha açık bir ifadeyle Merkez Bankasının sahipleri kim? sorusunu sormak her halde garip olmaz. 1970 yılına kadar %15'i devletin ortaklığında bulunan Merkez Bankasının 1970'den sonra %50'si devletin kontrolüne girmişti.  AKP iktidarıyla birlikte de Devletin hissesi %55'e çıkmıştı. Günümüzde devletin %55 ortaklığından başka, %33'ü Ziraat Bankası, Kızılay vs gibi yine devletle irtibatlı kurumların elindedir. Peki en son ortaklık yüzdesi olan %12 kimin elinde?

En başta şunu belirtmek gerekir ki 1970'e kadar olan sürecin çok iyi bir analizinin yapılması gerekmektedir. Çünkü %85lik ortaklar arasında yerli yabancı gerçek ya da tüzel kişilikler kimlerdir ve o dönem ülke ekonomisine yaptıkları müdahaleler nelerdir, olumlu mudur yoksa olumsuz mudur bunlar bilinmemektedir. Günümüzde ki yüzde 12lik ortakların bilinmemesi gibi.

Muzaffer DELİGÖZ'ün bilgi edinme kanunu kapsamında Merkez Bankasına sorduğu "Merkez Bankası ortakları kimlerdir ve ortaklar içindeki yabancılar kimlerdir?" sorusuna ise Merkez Bankası dolaylı cevaplar vererek isim vermemiştir. Sadece iki Türk ortağın adları basına yansımış hatta bunladan birinin yahudi kökenli "Bahar- Behar" olduğu söylenmiştir.

Başbakanın önermesi ve Cumhurbaşkanının atamasıyla gelinen Merkez Bankası başkanlığıda araştırılması gereken konulardan birisidir.

25 Eylül 2012 Salı

BALYOZ HAK EDENLERE İNDİ - NİHAYET-



- Fatih ve Beyazıt camiileri bombalanacak

- Yunanistan hava sahasında bir Türk jeti düşürülecek

- Vatansever ve liberal gazeteciler tutuklanacak

- Özellikle dini ve milli yönden duyarlı yüzbinlerce insan stadlara doldurulacak

- Ardından bu insanlar zindanlara tıkılacak

- En son seçilmi hükümet yıkılarak yerine ilk önce geçici askeri bir konsey ardından kukla bir hükümet getirilecek.

- İsrailin Filistin topraklarında yaptığı tecrit güneydoğu anadolu topraklarında yapılacak

Kim bilir belki de binlerce onbinlerce masum insan sırf dünya görüşlerinden dolayı işkencede ölecek, hapislerde çürüyecekti. 27 Mayısta, 12 Eylül'de, 28 Şubatta yapamadıklarını 2003 yılında yapmak istediler. Kökten bir temizlik yapmaktı amaçları ancak onlar bir plan yaparken, onların planını zelil ve rezil edecek daha büyük ve yenilmez bir başka plan yapan Biri vardı.

Planladıkları herşey başlarına geçti.

Türk yargısı nihayet darbe planlamanın ve gerçekleştirmenin idamla eşdeğer müebbet hapis cezası gerektirdiğini bize gösterdi.

Artık bu iş bitti. Yıkılış ve diriliş başladı...

21 Eylül 2012 Cuma

YASSIADA CANAVARLARI - ÖMER ALTAY EGESEL

Kini dini haline gelmiş bir adam. Ömer Altay Egesel. Ruhu o kadar kararmış ki, millete ve değerlerine o kadar düşman biri ki, milyonlarca kişiden oluşan halka karşı gösteremediği nefreti, halkın seçtiği ilk başbakana yargılanmasından idamına kadar her celsede göstermiş bir adam. Köy enstitülerinin yetiştirdiği vatan ve millet düşmanı sözümona öğretmenlere eşdeğer, maalesef savcılık makamına kadar çıkartılmış, çakma rejimin yetiştirdiği bir soysuz.

Celal Bayar, Adnan Menderes ve sair DP'lilerin yargılandığı Yassıada duruşmalarının savcısı ve cellatı Ömer Altay Egesel ile ilgili bir kaç tespit:
Yavuz Bülent Bakiler'in 29.09.1997 tarihli Türkiye Gazetesindeki köşe yazısı:


"...idam gömleiğini giydirdiler.Ellerini arkadan kelepçelediler.Aynı tahta sandalyenin üstüne oturttular.O, sırada bir kaynaşma oldu.Divan Başsavcısı Altay Ömer Esegel geldi.Yanında Selman Yörük ve birkaç Yassıada hakimide vardı.Boynuna fermanını taktılar.Beyaz idam gömleğinin altından kravatıt üst kısmı görünüyordu.Bir subay parmağını kravata taktı ve;"Vay kerata vay!Kravat takmayı da ihmal etmemiş!"dedi.Şöyle bir çekti.Menderes de boş bulunmuştu.Yüzükoyun yere uzandı.Elleri arkadan bağlı olduğu için kendini kollayamamış,döşemenineski tahtaları suraını yırtmıştı.Kaldırıp yerine oturttular.Garnizon komutanı Bnb. Ağah Andac; "Kalk gidiyoruz.." dedi.Egesel alaylaı alaylı gülerek sordu:"Dini telkine de lüzum varmı?"Menderes boynunu büktü ve boğuk br sesle;"Fena olmaz!" dedi.Ziraat teknisyeni Erçetin Eşiyok'un odasına aldılar.

"..Menderes tam 14.29'da sehpaya çıkıyor.Yüzü bembeyaz,gözleri dalgındır. Birşeler mırıldanıyor.Ne dediğini kimse anlamıyor.Cellat,ipi boynuna geçiriyor ve sandalyeye bir tekme vuruyor.Menders,boşlukta sallanacağı yere masanın üzerine,oradan da yere yuvarlanıyor.Çünkü ipin diğer ucu sehpaya bağlanmamıştır.Bana anlatanlar diyorlar ki:"Birdenbire çeeeek!" diye bir emir verildi.Bizde sanki daha önce bir defa prova yapmışız gibi ipin meydanda bulunan ucunu tuttuk ve çektik.Asabımız bozuldu.Çok çekmişiz.Menderesin kafası sehpanın üst tarafına çarptı ve kanadı.Sonra;"Çok çektiniz,biraz gevşetin!" dediler.Gevşettik ve bin bir güçlükle ipi sehpaya bağladık.Menderes henüz ölmemişti.Can çekişiyordu.Başından şakağına doğru ince bir kan sızıyordu.Onun için önden ve yakından resim çekmediler.O sırada ambar binası tarafından Egesel geldi.Elleri cebindeydi.Cellatın bacakarlın tutp salladığı cesede baktı ve bir eliyle işaret ederek;"Ey bir zamanın devletlisi...Bu namussuz,bir defa değil 9 defa asılacak namussuzdu.!"

Cellat bacaklarından tuttuğu cesedi sağa sola çeviriyor;"İşte başbakanınız.. Ruhu uçtu,kendisi .ıçtı"diyordu.Bir ara Egesel'e dönerek:
"Baba, ver öbürlerinin de işini bitireyim..!"

Egesel gülerek cevap verdi:
"Al oğlum!..Benden yana sana hepsi helal olsun!Ama bunlar bırakmıyorlar!"
Bunlar dediği subaylardı..


Menderesin şehit edilmesinden 20 yıl sonra Emekli olup Avukatlık yapan Egesel'in meşhur müvekkilleri: PKK terör örgütü lideri Öcalan'ın elini sıkmaya, ona övgüler düzmeye PKK kamplarına giden, Ergenekon Terör örgütü davasında yargılanan Doğu Perinçek ve 18 arkadaşı.
(12.02.1981 tarihli Milliyet gazetesi)

 
 
Doymak bilmez bir iştahla 10 yıl boyunca Türkiye Cumhuriyetini yöneten kadroların kanını isteyen bir savcı:
 
 
 

 
 



19 Eylül 2012 Çarşamba

50 YILLIK GAZETE ; "MİLLİYET" !!

Burnumuzun dibinde resmen savaş devam ediyor. Üstelik savaşın şiddeti o kadar yoğun ki Türkiye'nin Suriye'ye sınır ilçeleri bile bu savaşın olumsuz etkilerinden dolayı teyakkuzda. Savaşın kurşunları ilçemiz belediye başkanının evine kadar geliyor. Okullar tatil edilmiş bu ilçelerde. Böyle bir durumda bile bu önemli ilçemizin ismini taa en kuzey deki bir başka ilçemizin ismi ile karıştıran büyyük!! gazetelerimiz var...


Oysa ki bu ilçenin doğru adı:




16 Ağustos 2012 Perşembe

SU TESTİSİ SU YOLUNDA....

İslamda bazı konular kesin çizgilerle, üzerinde tartışılmayacak şekilde ayrılmıştır. Örneğin imanın esasları ya da İslamın şartları. Haram ve helal çizgisi.

Bu ayrımı yapan Allah (cc)'ın isimlerinden biri Er Rahmandır. Yani bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve merhameti tercih eden.
Bir diğer ismi El Muksittir. Yani herşeyi yerli yerince yapan.
Bir diğer ismi El Basirdir. Yani herşeyi gören.

Bu üç ismin anlamını bilmek dahi, insanın kötülüklere yanaşmaması için ya da daha avami ifade ile yasak ve yanlış olan şeylerden kendini kurtarması için yeterli gelecektir.

 Zira Allah (cc) birşeyi bize yasakladı ise muhakkak bizim hakkımızda hayır istediği içindir.(Er Rahman)
Allah (cc) bize haram ve helal çizgisini çekti ise bunu boşuna yapmamıştır, muahakkak bir sebebi vardır. (El Muksit)
Allah (cc) istediği şekilde yaşamamamız taktirde karşılığının olacağını söylüyor ise emin olunuz ki herşeyi görüp kayır altına aldığı içindir (El Basir)

Allah(cc)'ın bir diğer ismi ise El Halim'dir. Yani Günahkarlara hemen ceza vermeyen, onlara mühlet tanıyan demektir El Halim.

Bu süre bazen ahirete kalabileceği gibi kimi zamanda - pişman olunmadığı taktirde-  Dünya'da sona erebilir. Aşağıda 22 sene önceki bir gazete küpürü ile bir internet haberini okuyunca bakalım ne hissedeceksiniz?








Yukarıdaki internet haber sitesindeki tarih 10.12.2011.

Aşağıdaki Gazete küpürünün tarihi ise 02.01.1989.

İlk önce 02.01.1989 tarihli gazete küpüründeki konuya bakalım. Üç kardeş oturup içki içiyorlar. Bir müddet sonra içkinin etkisiyle birbirleriyle tartışmaya başlıyorlar. Tartışma esnasında kardeşlerden Sabri DİK kardeşi Şakir DİK'i  kırık bira şişesi ile karnından ve yüzünden yaralıyor ve olayın ardından kaçıyor. Diğer kardeş İsmet DİK'te yaralı olan kardeşini hastaneye getiriyor.Yaralanan şahıs ölmekten kurtuluyor.

22 sene sonra 10.12.2011 tarihli internet haberinde aynı isimli kardeşleri bu sefer acı bir sonla görüyoruz. Gazete küpüründe resmi görülen, yaralı kardeşini hastaneye yetiştiren İsmet DİK'in damatı dehşet saçıyor. Pompalı tüfekle kayınpederinin evini basan damat etrafa rastgele ateş etmesi ile orada iki kişi hayatını kaybediyor. Evet, hayatını kaybedenler 22 sene önce aynı masada içkili iken birbirini bıçaklayan Sabri ve Şakir DİK kardeşler...

Su Testisinin su yolunda kırılmasına daha iyi bir örnek olabilir mi?












11 Ağustos 2012 Cumartesi

AHİRET İNANCI

Sovyetler Birliği Dağıldığı zaman Rusya Federasyonu büyük bir kaos içine girmişti. Yıllarca Sosyalist sistemin değerleri yıkıcı, yokedici eğitim sistemi en büyük meyvesini Sovyet imparatorluğunun enkazı üzerinde kendini gösterdi. Anaokulundan başlayarak ölene dek verilen bu eğitim kişiyi belki sisteme boyun eğen bir köle haline getirmede başarılı olamadı (Sovyetler Birliğinin parçalanması bunun bir göstergesidir) ancak geride kalanların manevi anlamda bomboş hatta çukur birer yaratık olmalarını sağlamıştır.

  1990 lı yılların başında Rusyanın başkenti Moskovada mantar giibi türeyen çapulcu sürüleri, çeteler, suç örgütleri yıkılan sistemin yerini aldı. Öyleki sadece Moskova'da binlerle ifade edilen büyüklü küçüklü acımasız çeteler vardı. İşte o yıllarda Rusya'ya bir iş için giden bir grup Türk'te bu mafya gruplarından birisi ile tanışmak zorunda kalıyor. Çetenin lideri Kızılordu'da görev yapmış eski  bir subay. Aradan belli bir zaman geçince bu çete lideri Türk grupla sohbeti koyulaştırıyor. Yine bir sohbet esnasında koca ülkenin nasıl bu hale geldiğini anlatıyor. Diyor ki "biz komünist eğitim sisteminin ürettiği canavarlarız. Küçüklüğümüzden beridir bize Tanrının olmadığı öldükten sonra hesabın olmadığı anlatıldı. Milyonlarca insan bu şekilde büyüdü. Ancak ben biliyorum ki Tanrı vardır. Bizi Tanrı yarattı. Buna inandığım gibi şuna da inanıyorum ki ÖLDÜKTEN SONRA HESAP YOKTUR.Bende bu inanç olmadığı için rahatca adam öldürebilir, onun tüm malını alabilir ve istediğim kötülüğü yapabilirim. Bu sayede Rusyada adım anıldığında herkes korkar." Tabi Türk grup şaşırmıştır. Çünkü birkişinin Tanrı inancı olması ve buna mükabil ahiret inancının olmaması alışılmış bir durum değildir.

Oysaki tek bir yaratıcı inancı ama buna mukabil ahiret inancının olmaması yada zayıf olması şirk toplumlarının ortak özelliğidir. Hz Adem den bu yana Kur'an'da bahsedilmiş yada bahsedilmemiş tüm şirk toplumları en azından kendilerini yaratan bir tanrının varlığını hep kabul etmişlerdi. Eski Mısır, Eski Hint, Eski Yunan inanç sistemlerinde tapılan putların hiçbiri yaratıcı sıfatını taşımıyordu. Mesela eski Mısır Tanrılarının başı Ra en güçlü Tanrı olarak kabul ediliyordu. Görevi Dünyayı ısıtmak ve Nili kontrol etmekti.. Zaten başında bir güneşle simgelenmişti. Bunun nedeni ise Mısırlıların büyük çoğunluğunun çiftçilikle uğraşması ve dolayısıyla iki şeye çok ihtiyaçlarının olmasıydı. Biri güneş diğeri ise su. Eski Yunanın en büyük tanrısı ise Zeustu. Zeusun görevi diğer tanrıları idare etmek, yağmur yağdırmak ve elindeki şimşekle cezalandırmaktı. Yine yaratıcılık görevi yoktu. Zeusun elinde şimşekle nitelendirilmesi ise çok enteresan bir nedene dayanır. Bugün Ege denizinde hala varlığını sürdüren Thira adasında bulunan yanardağın 3600 yıl önce faaliyete geçmesi ile ortaya çıkan korkunç enerji ve yıkım Yunan yarımadasında dahi hissedilir. Bu olay Yunanlılar üzerinde öyle bir etki bırakır ki bunun bir tanrı tarafından kızgınlıktan dolayı yapıldığını düşünürler ve Zeus düşüncesi ortaya çıkar. (Thira yanardağının patlaması bugünlerde çok konuşulan Marduk gezegeninin yine Dünya yörüngesine çok yakın geçmesiyle gerçekleştiğine dair teoriler mevcuttur) Eski Arap toplumlarında ise en büyük Tanrı olan Hübelin Ticareti düzenlediği, soyu belli olmayanın soyunu belli ettiiği, evlilik gibi konuları düzenlediğine inanılırdı. Dikkat edilirse Arap toplumunda en önemli konular ticaret, soy-sop meselesiydi. Hübelin kesinlikle yaratıcı bir özelliği yoktu.

Zümer suresi 37. ayette Andolsun onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette “Allah!” derler"

Evet tüm müşrik toplumlarının ortak özelliği ismini bilsinler yada bilmesinler kendilerini ve tüm kainatı gözle görülmeyen bir gücün yarattığı idi. Ancak gerek yukarıda saydıklarımız gerekse saymadığımız tüm şirk toplumlarının bir ortak özelliği var. Oda Ahiret inancının olmaması yada çok zayıf olması. Kuranda en çok geçen iman esasları Allah'a ve Ahiret gününe imandır.Eski kavimler ahiret gününe inanmadıkları için her türlü zulüm ve haramı kendilerine helal görmüşlerdir. Öyleki Mekke'ye gelen bir ticaret kervanına yine Mekke'nin önde gelen soylularından biri el koydum diyerek gasp edebiliyor ve bunun doğal bir hakkı olduğunu savunabiliyordu. Çünkü kendi bakış açısıyla inanıyordu ki bunun hesabı ne dünyada ne ahirette sorulacak.

Peki günümüz toplumunda farklımı? Şahsa karşı işlenen suçlar 1995 de 229.513 iken 2006 yılında 785.510a çıkmıştır. 10 yılda neredeyse %200 artış. Özellikle 2005 yılında işlenen suç sayısı bin önceki yıla göre %38 oranında artmıştır. Ama asıl patlama 2006 yılında olmuştur. 2006 yılındaki artış %61. Suç çeşitleri içinde en hızlı artan ise Cinayet, Hırsızlık ve maalesef cinsel taciz ve tecavüz vakaları. Düzce Üniversitesi Tıp fakültesi Psikiyatri bölümünde çalışan bir doktor adayı haftada en az 15 tane çocuk istismarı geldiğini söylemişti. Türkiye sadece içinde yaşadığımız bir örnek. Avrupada, Amerikada ve diğer ülkelerde bu oranlar çok çok daha yüksektir.

10 Ağustos 2012 Cuma

ZAMAN

Zaman...

Her gelen gün kendisinden bir öncekini arattırdığı zaman..
İnsanın bedeni an itibariyle işte, okulda, sokakta, parkta, evde olmasına rağmen ruhu ve zihni 20 sene öncesinin özleminde olduğu zaman...
Her geçen gün beynimizin biraz daha uyuştuğunu -uyuşturulduğunu- anlamamıza rağmen elimizden birşey gelmediği zaman...
Eskilerde büyüklerinle olan şakalaşmaları günümüzde küçüklerinle yapamadığın zaman...
Ve kendini bomboş hissettiğin zaman...
Anlaki Ahir Zamanın En Koyu İkinci Dönemindesin.

Allah (CC) Kur'an'da bir çok yerde zamandan bahsetmiştir.
ASR Suresinde "Asra (Zamana) Andolsun" denilmektedir.
Peki zaman  nasıl bir yaratıktır (yaratılmış nesne - mahluk) ki Allah (CC) onun üzerine yemin etmektedir?
Peki zaman denen bu kavram nasıl birşeydirki içinde bulunan insanın onu düşünmesi bu kadar büyük bunalımlara, girdapa neden olmaktadır.
Mesela 25 sene önce çekilmiş bir dizinin topluma verdiği olumlu ve samimi mesajları günümüzdeki eşdeğer yayınlarda görememek -Acaba iyiden kötüyemi gidiyoruz?- sorusunu insanların aklına getirir. Bu umutsuzluğa, umutsuzluk buhranlara neden olur. Yani, zamanı düşünmek bile bazen insanın ruhi girdabına neden olabilir.

Muhakkak ki zaman denen kavram yaratılmışlar içindir. Allah (cc) için zaman denen kavram kesinlikle yoktur. Ancak zamanın izafiliğine kanıt olabilicek şu  örneğide verebiliriz. Bilim dünyanın 6 milyon günde oluştuğundan bahseder. Ancak Allah (CC) Kur'an'da Dünyanın 6 günde yaratıldığını bize bildirir. Acaba Dünyanın 1 Milyon yılı Ahirette 1 Güne denk olabilir mi?

Zaman acizler içindir. İnsan o kadar acizdir ki su gibi akıp giden bir saniyeyi bile geri çeviremez. Bugün insanlara en çok istediğiniz şey nedir hayatta diye sorsanız ve seçenekler koysanız, seçenekler içinede zamanda yolculuk olsa emin olun insanların yüzde 99'u zamanda yolculuk yapmak ister. Herkesin bir nedeni vardır elbet.  Birkısmı geçmişteki pişmanlıkları için istesede büyük oranla insanoğlu eskiye özlemden dolayı zamanda yolculuk yapmak ister. Birşeylerin kötüye gittiğini düşündüğü için eskiyi özler.

Toplumun ortak bir hafızası vardır. Emin olun sizin dert ettiğiniz bir konuyu internete yazsanız, içinizi dökseniz, yüzlerce belki binlerce insan size aynı dertten muzdarip olduğunu yazacaktır. Çünkü aslında toplum milyonlarca farklı bedene girmiş aynı ruhların oluşturduğu kitledir. Etrafınızdaki insanlara sadece sorun, ailenize sorun, iş arkadaşlarınıza, okul arkadaşlarınıza sorun eski günleri iyi günümüzü kötü olarak betimleyeceklerdir.
Eskiden komşu vardı şimdi yok diyeceklerdir
Eskiden akraba vardı
Eskiden Ramazan vardı
Eskiden sokakta oynayan çocukların sesleri vardı
Eskiden Şeker toplayan çocuklar vardı
Ama şimdi yok, eskiye ait güzel ne varsa şimdi yok diyeceklerdir.

Bunun nedeni, hep kötüye gidiliyormuş gibi görünmesinin nedeni acaba sadece teknolojinin getirdiği rahatlık ve tembellikmi? Gelirin artmasımı? Günahların cezasız kalacağını düşünerek işlenmesimi?
Bunların hepside bir nedendir.

Ancak kimsenin dikkatini çekmeyen bir neden var. İnsanın kendisini zamana uyarlayamaması.

Evet.. Zaman kısalıyor. Yukarıda yazdığım gibi Ahir Zamanın En Koyu İkinci Dönemindeyiz. Zaman gittikçe kısalıyor. Allah Resulu (S.A.V) Efendimizin buyurdu ki: Şu Hadiseler Meydana Gelmedikçe Kıyamet Kopmayacaktır. Zaman kısalacak ve vasıtalarla mesafeler kısalacak.  (Buhari,Fiten:25, Ahmet Bin Hanbel: Müsned) . Bir başka Hadiste: Zaman yakınlaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur buyuruluyor.
Farketmemiz gerekirki beş sene öncesi bize bir sene öncesi gibi gelmektedir. Geçen sene geçen hafta gibi gelmektedir.

Peki bunun bilimsel bir karşılığı varmı?
Evet var. Schumann Rezonası.
Schumann Rezonası Yeryüzü ile İyonosfer arasındaki boşlukta oluşan doğal titreşimlerdir. Dünyanın kalp atışı diye tabir edilen bu titreşimler 1950li yıllarda 7.8 Hertz olarak ölçülüyordu. Bu rakamın sabit kalacağı düşünülerek askeri telsiz frekansları dahi buna göre ayarlanmıştı. Ancak 1980 den itibaren bilinmeyen bir nedenle aniden 11 Hertz in üzerine çıktı bu oran. Bu değişim zamanın hızlanmasına neden oldu. Yani 24 saat, 16 saate hatta daha az miktara kadar indi. Dolayısıyla algıladığımız zaman değişti. Dünyada psikolojik rahatsızlıkların ve panik atak sorunlarının ivme yaptığı dönem iyi araştırılmalıdır. Bu tarihler 1980 li yıllar çıkarsa da hiç şaşırmamak gerekir.

İnsan vucudu oksijenin ve suyun olduğu coğrafyaya göre yaratılmıştır. Hiçbirimiz Marsta yada Ayda yaşayamayız. Ancak sair gezegen yada gökcisimlerinde başka varlıklar yaşayabilir. Belki cinler yada melekler yaşayabilir. Onların yaşamları için gerekli olan fıtri gereksinimleri bilmiyoruz. Ancak İnsanı aya koyarsan oksijen olmamasından dolayı ölür. Suni bir şekilde oksijen sağlasan bu sefer diğer ihtiyaçlarından dolayı yaşamını devam ettiremez. Hepsini dahi sağlasan -ki şuanda uzay mekiklerinde bulunan astronotlar gibi- en fazla 2 sene yaşayabilirsiniz. Rus astronot Sergei Krikaev 747 gün dayanabilmiş, dünyaya döndükten sonra zorlamalı o iki sene psikolojik ve fiziksel bir sorun olarak kendini göstermişti.

Aynı şekilde insan bedeni nasıl ki oksijen ve suya ihtiyaç duyarsa insan ruhuda dengeye ihtiyaç duyar. En önemliside Zaman dengesidir. İnsan bir günde 24 saat dilimine ihtiyacı vardır. Bu dilimin 23 saat yada 25 saat olması dünyanın dengesini ve dolayısıyla insanın dengesini bozar. İşte günümüz insanının başetmekte zorlandığı, pes ettiği zamanlarda intiharları göze aldığı bunalım halleri, içe kapanıklık, sıfır güven hissi zamanın kısalmasıyla alakalı olamaz mı? 60 yıl boyunca günde 8 saat uyumaya alışmış bir insanın bi değişimle günde 7 saat uyutulması ve zorla uyandırılması o insan üzerinde nasıl bir etki yaparsa, zamanın kısalmasıda insanlar üzerinde benzer etkiler yapacaktır.


 Schumann Rezonası günümüzde 12.1e çıktı. Zaman dahada hızlandı. Bu rakam 13 olduğu zaman Null zone (sıfır bölgesi) denilen zamanın biteceği ardından "18.yy ingiliz astronomlarından Edmun Halley" tarafından keşfedilen  foton kuşağına girileceği günümüz postmodern bilim adamları tarafından yineleniyor. Foton kuşağına girilmesiyle zamanın tekrar eskisi gibi 24 saat olacağıda söyleniyor. Yani eski düzenin herşeyiyle (insan ilişkileri, toplum yapısı, doğa - çevre -insan uyumu, hatta ozon tabakası sorunu ve zamanın kısalması sorunu ) geri geleceği, bir aydınlanma çağına girileceğinden bahsediliyor. Tabi bunlar birer teori.

Ancak Hz. Peygamberin müjdelediği bir aydınlanma çağının da olduğu, ve o zamanın günümüze çok yakın olduğunuda unutmamak lazım.



                                  

3 Ağustos 2012 Cuma

TÜRKİYE'NİN GELİRLERİ VE DAĞILIŞINDAKİ ADALETSİZLİK

             

Ülkedeki gelir dağılımındaki uçurum gerçekten hiç bir zaman olmadığı kadar büyük. mesela bir teknik direktörün kızının düğün masrafı bir memurun emekliliğine kadar alacağı maaşların toplamı kadar. Bir şarkıcının yurt dışında eğitim gören oğlunun bir yıllık masrafına 10 tane ev alınıyorsa bu işte ters giden birşey var demektir. Çünkü üretim yapmadan bu kadar büyük paralar kazanmak ve harcamak gelir dağılımındaki adaletsizliğe neden olur. Bu tip şahıslar hiçte az  değil. Ciddi bir miktarda ve gelirden en yüksek payı alanlar arasında. Üretim yapanları ayrı tutuyorum. Ancak üretiminde ne kadar ticari etik dahilinde yapıldığı meçhul. Zira bugün tüketici mahkemeleri lebeleb dolu ise demek üretim sektöründede sıkıntı var demektir. İşsizliğinde temeli bunlardır.

Ticari etikten nasibini alamamış işveren  kalifiye dediğimiz üniversite mezunu adamı sabahtan akşama kadar çalıştırır ama karşılığında  800 tl maaş verir. Aslında bu çalışanına 800TL vermesi demek kendi kazancına 800 tl daha katması anlamına gelir. Eğer bu işveren gerçekten Gayri Safi Milli Hasılaya bir katkıada bulunuyorsa (ticari ahlak dairesinde) onada bir nispet katlanılabilir. Ancak Türkiyedeki üretim gücünü bensize söyleyeyim (Ülkemizdeki ticari ahlakın ne boyutta olduğunu varın siz düşünün): "6.00 şiddetinde depreme dayanmayan inşaat sektörü", "hersene bir üst modeli çıkan ve ekonomik ömrü 4 sene olan beyaz eşya üretimi", "artık çin mallarından sonra ülkeye bir faydası dokunmayan tekstil üretimi", ve "gıda üretimi" (türkiyedeki gıda üretiminde ne derece mide bulandırıcı şeyler olduüğu daha yeni yeni ortaya çıkıyor. büyükbaşlara daha dokunmadılar bile) . Bunları yapanlar ticari zekalarını kullanmışlardır ve bu işlerden korkunç servetler kazanmışlardır. İşte bu durumda çalışanına eğer 3000 TL verirse gelir dağılımında bir adalet olacağı için bu işine gelmez. Diğer üretici ve sanayicilerle anlaşır (bir nevi kartel oluşturur) ve 800 TL maaşla ölene kadar çalıştırır. Geri kalan 2200 tlde onun kasasına girer. Öbür yandan 4 büyüklerden X takımına yıllık bilmemkaç milyon dolara transfer olan, o kadar parayı bir arada görüncede sapıtan futbolcuyada kızını verir. E soruyorum bu durumda ne olur? Para yine içeride kalır. Zenginlerin arasında dolaşır servet. Biri hiç bir üretim yapmadan işi gücü top peşinde koşmaktan ibaret olan bir futbolcu diğeride ticari ahlaksızlığı ile servet kazanmış bir sanayici.

Dünyada olabilecek en sapkın gelir dağılımı şekli soldaki şekildir. Çünkü soldaki şekil çok az sayıdaki zenginin tepeye kurulmasına karşılık bitme noktasındaki orta sınıf ve neredeyse ülke nufusunun %90'ını kaplayan fakir kesimden oluşur. En son varılacak ve en berbat toplum yapısı budur.(Güney Afrika vb.)

Bu evlilik türlerini bir çok zengin aile arasında görebilirsiniz. Yıllardır Servetin zenginliğin belli bir kesimin arasında dolaşması bu sayede olmuştur.

Unutmamak gerek ki Anadoludan çıkan sermayelerin ve müteşebbislerin nasıl yok edildiği hala bilinmektedir.

2 Ağustos 2012 Perşembe

MERHABA


                                         Kadim bilgelerin nihani bilgileri